9789753971911
464359
https://www.turkishbooks.com/books/soguk-savas-bilim-felsefesini-nasil-donusturdu-p464359.html
Soğuk Savaş Bilim Felsefesini Nasıl Dönüştürdü Mantığın buzlu Yokuşlarına
28.32
Bu kitap bilim felsefesinin Soğuk Savaş sırasında Birleşik Devletler'deki gelişiminin ilk derinlemesine incelemesidir. Mantıksal Görgücülüğün ve Marxist mantıksal görgücü Otto Neurath tarafından yönetilen Bilimin Birliği deviminin 1930'larda bu projeler Birleşik Devletler'e göç ettiği sıralardaki politik karakterini ve 1950'lerde entellektüel, kültürel ve politik güçlerin birleşik etkileri sonucunda yer alan depolitizasyonlarını inceler.
Mantıksal görgücülük ve Viyana Çevresi üzerine araştırmacılar sık sık bunları politik olmaktan uzak salt entellektüel projeler olarak ele alırlar. Gerçekte, pozitivistler hem kendi ülkelerinde hem de daha sonra sığındıkları ABD'de politik olarak etkin idiler. 1929 Manifesto' larında belirttikleri gibi tümü de sosyalist olan Avusturya ve Almanya pozitivistlerinin programları yalnızca "anlamsız metafizik" olarak gördükleri klasik felsefeyi devirmek değildi. İnsansal herşeyi fiziğe indirgemeyi öneren programları ile, Avrupa'yı baştan sona yeniden kurmayı, Avrupa eğitiminin hedeflerini ve ders programını yeniden düzenlemeyi hedefliyor, bunun için ikonografi, semiotik ve simgesel mantık aygıtları geliştiriyor, ve başarının temel koşulu olarak felsefe tarihinin reddedilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Tasarladıkları "bütünsel etik yeniden-yapılanma" programı etiğin kendisinin yalancı-bilim sayılması koşuluna bağlıydı. Tümü de tiranlıktan yana idi ve demokrasiye, yurttaş toplumuna, evrensel insan haklarına, özgürlüğe anlam vermelerini sağlayacak kavramları anlamsız olarak görüyor, Çevrenin önderi Moritz Schlick "özgürlük üzerine yazmak zorunda kalmaktan utanç duyduğunu" belirtiyor, iki görelilik kuramı için felsefi temelleri pozitivizmde bulduğunu bildiren Albert Einstein bile "Lenin insanlığın onurudur" vb. diyordu.
Bilime ilgilerini görelilik, olasılık, uylaşımcılık, simgecilik ve semitoik gibi terimlerde tanımlarken ve daha iyi bir toplumun kurulması için bilimleri ve dolayısıyla bilimcileri bir Birlik altına getirmenin zorunluğunu vurgularken, mantık dedikleri şeyde "ahlak" olmadığnı, bir tür "hoşgörü ilkesi"nin geçerli olduğunu ileri sürdüler. Neurath'tan Carnap'a, Wittgenstein'a, Sovyetler Birliği için duygudaşlıkları öylesine güçlüydü ki, pozitivist olduklarını unutarak sık sık tarihsel materyalistler olarak davrandılar. Sonuçta politik ilgileri yalnızca entellektüeller arasında değil, ama J. Edgar Hoover denetimindeki FBI gibi kurumlar tarafından bile dikkatle izlenir oldu.
Kapsamlı arşiv araştırması üzerine dayanan kitap Soğuk Savaş sırasındaki Amerikan entellektüel tarihinin önemli bir bölümünü ele almaktadır. Köklerini Soğuk Savaş sırasındaki anti-komünizmden alan entellektüel ve politik güçlerin beklenmedik bir bileşiminin nasıl hem üniversitelerin eğitim programlarını hem de giderek önde gelen felsefecilerin üstlendikleri araştırmayı bile şekillendirdiğini ortaya koyar. Kitap bilim felsefecileri ve tarihçileri, düşünce tarihçileri ve Soğuk Savaş araştırmacıları için ilgi çekicidir.
Mantıksal görgücülük ve Viyana Çevresi üzerine araştırmacılar sık sık bunları politik olmaktan uzak salt entellektüel projeler olarak ele alırlar. Gerçekte, pozitivistler hem kendi ülkelerinde hem de daha sonra sığındıkları ABD'de politik olarak etkin idiler. 1929 Manifesto' larında belirttikleri gibi tümü de sosyalist olan Avusturya ve Almanya pozitivistlerinin programları yalnızca "anlamsız metafizik" olarak gördükleri klasik felsefeyi devirmek değildi. İnsansal herşeyi fiziğe indirgemeyi öneren programları ile, Avrupa'yı baştan sona yeniden kurmayı, Avrupa eğitiminin hedeflerini ve ders programını yeniden düzenlemeyi hedefliyor, bunun için ikonografi, semiotik ve simgesel mantık aygıtları geliştiriyor, ve başarının temel koşulu olarak felsefe tarihinin reddedilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Tasarladıkları "bütünsel etik yeniden-yapılanma" programı etiğin kendisinin yalancı-bilim sayılması koşuluna bağlıydı. Tümü de tiranlıktan yana idi ve demokrasiye, yurttaş toplumuna, evrensel insan haklarına, özgürlüğe anlam vermelerini sağlayacak kavramları anlamsız olarak görüyor, Çevrenin önderi Moritz Schlick "özgürlük üzerine yazmak zorunda kalmaktan utanç duyduğunu" belirtiyor, iki görelilik kuramı için felsefi temelleri pozitivizmde bulduğunu bildiren Albert Einstein bile "Lenin insanlığın onurudur" vb. diyordu.
Bilime ilgilerini görelilik, olasılık, uylaşımcılık, simgecilik ve semitoik gibi terimlerde tanımlarken ve daha iyi bir toplumun kurulması için bilimleri ve dolayısıyla bilimcileri bir Birlik altına getirmenin zorunluğunu vurgularken, mantık dedikleri şeyde "ahlak" olmadığnı, bir tür "hoşgörü ilkesi"nin geçerli olduğunu ileri sürdüler. Neurath'tan Carnap'a, Wittgenstein'a, Sovyetler Birliği için duygudaşlıkları öylesine güçlüydü ki, pozitivist olduklarını unutarak sık sık tarihsel materyalistler olarak davrandılar. Sonuçta politik ilgileri yalnızca entellektüeller arasında değil, ama J. Edgar Hoover denetimindeki FBI gibi kurumlar tarafından bile dikkatle izlenir oldu.
Kapsamlı arşiv araştırması üzerine dayanan kitap Soğuk Savaş sırasındaki Amerikan entellektüel tarihinin önemli bir bölümünü ele almaktadır. Köklerini Soğuk Savaş sırasındaki anti-komünizmden alan entellektüel ve politik güçlerin beklenmedik bir bileşiminin nasıl hem üniversitelerin eğitim programlarını hem de giderek önde gelen felsefecilerin üstlendikleri araştırmayı bile şekillendirdiğini ortaya koyar. Kitap bilim felsefecileri ve tarihçileri, düşünce tarihçileri ve Soğuk Savaş araştırmacıları için ilgi çekicidir.
Bu kitap bilim felsefesinin Soğuk Savaş sırasında Birleşik Devletler'deki gelişiminin ilk derinlemesine incelemesidir. Mantıksal Görgücülüğün ve Marxist mantıksal görgücü Otto Neurath tarafından yönetilen Bilimin Birliği deviminin 1930'larda bu projeler Birleşik Devletler'e göç ettiği sıralardaki politik karakterini ve 1950'lerde entellektüel, kültürel ve politik güçlerin birleşik etkileri sonucunda yer alan depolitizasyonlarını inceler.
Mantıksal görgücülük ve Viyana Çevresi üzerine araştırmacılar sık sık bunları politik olmaktan uzak salt entellektüel projeler olarak ele alırlar. Gerçekte, pozitivistler hem kendi ülkelerinde hem de daha sonra sığındıkları ABD'de politik olarak etkin idiler. 1929 Manifesto' larında belirttikleri gibi tümü de sosyalist olan Avusturya ve Almanya pozitivistlerinin programları yalnızca "anlamsız metafizik" olarak gördükleri klasik felsefeyi devirmek değildi. İnsansal herşeyi fiziğe indirgemeyi öneren programları ile, Avrupa'yı baştan sona yeniden kurmayı, Avrupa eğitiminin hedeflerini ve ders programını yeniden düzenlemeyi hedefliyor, bunun için ikonografi, semiotik ve simgesel mantık aygıtları geliştiriyor, ve başarının temel koşulu olarak felsefe tarihinin reddedilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Tasarladıkları "bütünsel etik yeniden-yapılanma" programı etiğin kendisinin yalancı-bilim sayılması koşuluna bağlıydı. Tümü de tiranlıktan yana idi ve demokrasiye, yurttaş toplumuna, evrensel insan haklarına, özgürlüğe anlam vermelerini sağlayacak kavramları anlamsız olarak görüyor, Çevrenin önderi Moritz Schlick "özgürlük üzerine yazmak zorunda kalmaktan utanç duyduğunu" belirtiyor, iki görelilik kuramı için felsefi temelleri pozitivizmde bulduğunu bildiren Albert Einstein bile "Lenin insanlığın onurudur" vb. diyordu.
Bilime ilgilerini görelilik, olasılık, uylaşımcılık, simgecilik ve semitoik gibi terimlerde tanımlarken ve daha iyi bir toplumun kurulması için bilimleri ve dolayısıyla bilimcileri bir Birlik altına getirmenin zorunluğunu vurgularken, mantık dedikleri şeyde "ahlak" olmadığnı, bir tür "hoşgörü ilkesi"nin geçerli olduğunu ileri sürdüler. Neurath'tan Carnap'a, Wittgenstein'a, Sovyetler Birliği için duygudaşlıkları öylesine güçlüydü ki, pozitivist olduklarını unutarak sık sık tarihsel materyalistler olarak davrandılar. Sonuçta politik ilgileri yalnızca entellektüeller arasında değil, ama J. Edgar Hoover denetimindeki FBI gibi kurumlar tarafından bile dikkatle izlenir oldu.
Kapsamlı arşiv araştırması üzerine dayanan kitap Soğuk Savaş sırasındaki Amerikan entellektüel tarihinin önemli bir bölümünü ele almaktadır. Köklerini Soğuk Savaş sırasındaki anti-komünizmden alan entellektüel ve politik güçlerin beklenmedik bir bileşiminin nasıl hem üniversitelerin eğitim programlarını hem de giderek önde gelen felsefecilerin üstlendikleri araştırmayı bile şekillendirdiğini ortaya koyar. Kitap bilim felsefecileri ve tarihçileri, düşünce tarihçileri ve Soğuk Savaş araştırmacıları için ilgi çekicidir.
Mantıksal görgücülük ve Viyana Çevresi üzerine araştırmacılar sık sık bunları politik olmaktan uzak salt entellektüel projeler olarak ele alırlar. Gerçekte, pozitivistler hem kendi ülkelerinde hem de daha sonra sığındıkları ABD'de politik olarak etkin idiler. 1929 Manifesto' larında belirttikleri gibi tümü de sosyalist olan Avusturya ve Almanya pozitivistlerinin programları yalnızca "anlamsız metafizik" olarak gördükleri klasik felsefeyi devirmek değildi. İnsansal herşeyi fiziğe indirgemeyi öneren programları ile, Avrupa'yı baştan sona yeniden kurmayı, Avrupa eğitiminin hedeflerini ve ders programını yeniden düzenlemeyi hedefliyor, bunun için ikonografi, semiotik ve simgesel mantık aygıtları geliştiriyor, ve başarının temel koşulu olarak felsefe tarihinin reddedilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Tasarladıkları "bütünsel etik yeniden-yapılanma" programı etiğin kendisinin yalancı-bilim sayılması koşuluna bağlıydı. Tümü de tiranlıktan yana idi ve demokrasiye, yurttaş toplumuna, evrensel insan haklarına, özgürlüğe anlam vermelerini sağlayacak kavramları anlamsız olarak görüyor, Çevrenin önderi Moritz Schlick "özgürlük üzerine yazmak zorunda kalmaktan utanç duyduğunu" belirtiyor, iki görelilik kuramı için felsefi temelleri pozitivizmde bulduğunu bildiren Albert Einstein bile "Lenin insanlığın onurudur" vb. diyordu.
Bilime ilgilerini görelilik, olasılık, uylaşımcılık, simgecilik ve semitoik gibi terimlerde tanımlarken ve daha iyi bir toplumun kurulması için bilimleri ve dolayısıyla bilimcileri bir Birlik altına getirmenin zorunluğunu vurgularken, mantık dedikleri şeyde "ahlak" olmadığnı, bir tür "hoşgörü ilkesi"nin geçerli olduğunu ileri sürdüler. Neurath'tan Carnap'a, Wittgenstein'a, Sovyetler Birliği için duygudaşlıkları öylesine güçlüydü ki, pozitivist olduklarını unutarak sık sık tarihsel materyalistler olarak davrandılar. Sonuçta politik ilgileri yalnızca entellektüeller arasında değil, ama J. Edgar Hoover denetimindeki FBI gibi kurumlar tarafından bile dikkatle izlenir oldu.
Kapsamlı arşiv araştırması üzerine dayanan kitap Soğuk Savaş sırasındaki Amerikan entellektüel tarihinin önemli bir bölümünü ele almaktadır. Köklerini Soğuk Savaş sırasındaki anti-komünizmden alan entellektüel ve politik güçlerin beklenmedik bir bileşiminin nasıl hem üniversitelerin eğitim programlarını hem de giderek önde gelen felsefecilerin üstlendikleri araştırmayı bile şekillendirdiğini ortaya koyar. Kitap bilim felsefecileri ve tarihçileri, düşünce tarihçileri ve Soğuk Savaş araştırmacıları için ilgi çekicidir.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.