9789753633611
16530
https://www.turkishbooks.com/books/sirte-kiyisi-p16530.html
Sirte Kıyısı
3.333
Julien Gracq (1910), düzyazı şiirler, eleştirel denemeler, oyunlar (Balıkçı Kral) ve sürrealizm etkisinde romanlar yazmıştır. 1951'de Goncourt Ödülü'nü alan "Sirte Kıyısı", Sirte Denizi'nin iki kıyısında bulunan Fargestan ile Orsenna Senyörlüğünün, üç yüzyıllık bir sessizlik döneminden sonra kendilerini -Gözlemci Aldo'nun ansızın, adeta dayanamayarak düşman bölgeleri topa tutmasıyla patlak veren- bir savaşın içinde bulmalarını hikaye eder. Julien Gracq, tarihin ve zamanın dışında, çok iyi tasarlanmış bir üslup ve bir "gizlilik" havasıyla "sıradışı" bir dünyayı aktarır. İnsanın kontrol etmesi imkansız olan, kimi zaman "sıkıntıya" kadar varan bir "felaket beklentisi"ni anlatır. Varlığımızın en derinlerinde, "kader karşısında insan" olmanın ağırlığını.
Tadımlık
Orsenna'nın en eski ailelerinden birine mensubum. San Domenico Sokağı'ndaki eski konakla babamın bizi her yaz götürdüğü ve tarlalarını atla gezerken ya da kâhyalarının hesaplarını denetlerken ona eşlik ettiğim Zenta kıyısındaki kır evi arasında geçirdiğim rahat, sakin, dolu dolu yaşanmış çocukluk yıllarımı anımsıyorum. Kentin eski ve ünlü üniversitesindeki öğrenimim bittiğinde oldukça hayali eğilimler ve annemin ölümüyle sahip olduğum servet bir meslek seçme konusunda pek aceleci davranmama gerek olmadığı sonucunu getirdi. Orsenna Senyörlüğü geçmiş yüzyıllarda askerlerinin İnançsızlar karşısında sağladığı başarıların ve Doğu'yla yaptığı alışverişten elde ettiği kârların kazandırdığı ünün gölgesinde yaşamaktadır adeta: Dünyadan elini eteğini çekmiş, kredisini yitirmesine ve servetini tüketmesine rağmen alacaklıların hakaretleri karşısında saygınlığını koruyan çok yaşlı ve çok soylu bir insana benziyor: Cılız ama rahat, dingin, sakin ve görkemli gözüken uğraşları, uzun süre güçlülük görüntüleri vearmadağın olsa da, iliklerine dek yansa da, düşlerde ölünmediğini, insan iradesinin, saçmalığa, olabiliri yadsımaya, kendisinden gerçeğin yeniden yaratıldığı yalanın her tür dönüşümüne varıncaya dek etkili olduğunu bilir. Uyanır. Ortalıkta dolaşan tüm veba söylentilerini ve Doğu ülkelerinden gelen bir virüsün tüm türeme belirtilerini ülkesinden uzaklaştırma gücünü kendisinde bulacaktır. Otuz gündür Beyrut'tan uzak olan Grand-Saint-Antoine gemisi limana giriş izni ister. Prens, işte o zaman, halkın ve tüm çevresindekilerin saçma, aptal, zorba ve delice bulduğu o inanılmaz buyruğunu verir. Palaspandıras, kılavuz teknesiyle birkaç adamı bulaşıcı varsaydığı gemiye yollayarak Grand-Saint-Antoine'ın hemen çark edip kent dışına doğru yelken açmasını, yoksa top ateşine tutulacağını bildirir. Vebaya karşı savaştır bu. Zorba prens dolambaçlı yollara sapmıyordu. Bu arada, düşün kendisinde bıraktığı etkinin özel gücünü önemle belirtmek gerekir, çünkü bu etki, halkın alaylarına, çevresindekilerin kuşkularına karşın, yalnızca insan haklarını değil, insan yaşamına duyulan en yalın saygıyı ve her türlü ulusal ve uluslararası kuralları da hiçe sayarak buyruğunda sertçe direnmesini sağlamış, ölüm karşısında kurallar geçersiz kalmıştır. Ne olursa olsun, gemi yoluna devam eder, Livourne'a yanaşır ve Marsilya koyuna girer, burada gemidekilerin karaya çıkmasına izin verilir . Marsilya denizyolları, gemideki onca veba mikroplu yükün ne olduğu konusunda bir anı saklamamıştır. Tayfaların başlarına gelenler hemen hemen bellidir, hepsi de vebadan ölmemiş, çeşitli memleketlere dağılmışlardır. Grand-Saint-Antoine gemisi Marsilya'ya veba getirmedi. Veba oradaydı. Çok da azgın bir dönemindeydi. Ama yuvaları sınırlanabilmişti. Grand-Saint-Antoine'ın getirdiği veba Doğu vebasıydı, yerli virüstü ve salgının asıl korkunç yanı ve genelleşerek alevlenmesi, kente yaklaşması ve yayılmasıyla başlamıştı. Bu durum birtakım düşünceler esinliyor. Bir virüsü yeniden canlandırmışa benzeyen bu veba, tek başına da gözle görünür biçimdebersiz gittikçe açılan bu düşük uğraşlar söküğü benim birkaç gün öncesine kadar kabul edilebilir bir yaşam olarak gördüğüm şeyi paramparça edip iplik iplik gözlerimin önüne serdi: Yaşantım hiçbir biçimde tamir edilemeyecek gibi boş gözüktü, üzerinde hiç önemsemeden durduğum alan bile ayaklarımın altında eriyordu. Ansızın seyahate çıkma isteği uyandı içimde: Senyörlük'ten uzak bir eyalette görev istedim...
Julien Gracq (1910), düzyazı şiirler, eleştirel denemeler, oyunlar (Balıkçı Kral) ve sürrealizm etkisinde romanlar yazmıştır. 1951'de Goncourt Ödülü'nü alan "Sirte Kıyısı", Sirte Denizi'nin iki kıyısında bulunan Fargestan ile Orsenna Senyörlüğünün, üç yüzyıllık bir sessizlik döneminden sonra kendilerini -Gözlemci Aldo'nun ansızın, adeta dayanamayarak düşman bölgeleri topa tutmasıyla patlak veren- bir savaşın içinde bulmalarını hikaye eder. Julien Gracq, tarihin ve zamanın dışında, çok iyi tasarlanmış bir üslup ve bir "gizlilik" havasıyla "sıradışı" bir dünyayı aktarır. İnsanın kontrol etmesi imkansız olan, kimi zaman "sıkıntıya" kadar varan bir "felaket beklentisi"ni anlatır. Varlığımızın en derinlerinde, "kader karşısında insan" olmanın ağırlığını.
Tadımlık
Orsenna'nın en eski ailelerinden birine mensubum. San Domenico Sokağı'ndaki eski konakla babamın bizi her yaz götürdüğü ve tarlalarını atla gezerken ya da kâhyalarının hesaplarını denetlerken ona eşlik ettiğim Zenta kıyısındaki kır evi arasında geçirdiğim rahat, sakin, dolu dolu yaşanmış çocukluk yıllarımı anımsıyorum. Kentin eski ve ünlü üniversitesindeki öğrenimim bittiğinde oldukça hayali eğilimler ve annemin ölümüyle sahip olduğum servet bir meslek seçme konusunda pek aceleci davranmama gerek olmadığı sonucunu getirdi. Orsenna Senyörlüğü geçmiş yüzyıllarda askerlerinin İnançsızlar karşısında sağladığı başarıların ve Doğu'yla yaptığı alışverişten elde ettiği kârların kazandırdığı ünün gölgesinde yaşamaktadır adeta: Dünyadan elini eteğini çekmiş, kredisini yitirmesine ve servetini tüketmesine rağmen alacaklıların hakaretleri karşısında saygınlığını koruyan çok yaşlı ve çok soylu bir insana benziyor: Cılız ama rahat, dingin, sakin ve görkemli gözüken uğraşları, uzun süre güçlülük görüntüleri vearmadağın olsa da, iliklerine dek yansa da, düşlerde ölünmediğini, insan iradesinin, saçmalığa, olabiliri yadsımaya, kendisinden gerçeğin yeniden yaratıldığı yalanın her tür dönüşümüne varıncaya dek etkili olduğunu bilir. Uyanır. Ortalıkta dolaşan tüm veba söylentilerini ve Doğu ülkelerinden gelen bir virüsün tüm türeme belirtilerini ülkesinden uzaklaştırma gücünü kendisinde bulacaktır. Otuz gündür Beyrut'tan uzak olan Grand-Saint-Antoine gemisi limana giriş izni ister. Prens, işte o zaman, halkın ve tüm çevresindekilerin saçma, aptal, zorba ve delice bulduğu o inanılmaz buyruğunu verir. Palaspandıras, kılavuz teknesiyle birkaç adamı bulaşıcı varsaydığı gemiye yollayarak Grand-Saint-Antoine'ın hemen çark edip kent dışına doğru yelken açmasını, yoksa top ateşine tutulacağını bildirir. Vebaya karşı savaştır bu. Zorba prens dolambaçlı yollara sapmıyordu. Bu arada, düşün kendisinde bıraktığı etkinin özel gücünü önemle belirtmek gerekir, çünkü bu etki, halkın alaylarına, çevresindekilerin kuşkularına karşın, yalnızca insan haklarını değil, insan yaşamına duyulan en yalın saygıyı ve her türlü ulusal ve uluslararası kuralları da hiçe sayarak buyruğunda sertçe direnmesini sağlamış, ölüm karşısında kurallar geçersiz kalmıştır. Ne olursa olsun, gemi yoluna devam eder, Livourne'a yanaşır ve Marsilya koyuna girer, burada gemidekilerin karaya çıkmasına izin verilir . Marsilya denizyolları, gemideki onca veba mikroplu yükün ne olduğu konusunda bir anı saklamamıştır. Tayfaların başlarına gelenler hemen hemen bellidir, hepsi de vebadan ölmemiş, çeşitli memleketlere dağılmışlardır. Grand-Saint-Antoine gemisi Marsilya'ya veba getirmedi. Veba oradaydı. Çok da azgın bir dönemindeydi. Ama yuvaları sınırlanabilmişti. Grand-Saint-Antoine'ın getirdiği veba Doğu vebasıydı, yerli virüstü ve salgının asıl korkunç yanı ve genelleşerek alevlenmesi, kente yaklaşması ve yayılmasıyla başlamıştı. Bu durum birtakım düşünceler esinliyor. Bir virüsü yeniden canlandırmışa benzeyen bu veba, tek başına da gözle görünür biçimdebersiz gittikçe açılan bu düşük uğraşlar söküğü benim birkaç gün öncesine kadar kabul edilebilir bir yaşam olarak gördüğüm şeyi paramparça edip iplik iplik gözlerimin önüne serdi: Yaşantım hiçbir biçimde tamir edilemeyecek gibi boş gözüktü, üzerinde hiç önemsemeden durduğum alan bile ayaklarımın altında eriyordu. Ansızın seyahate çıkma isteği uyandı içimde: Senyörlük'ten uzak bir eyalette görev istedim...
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.