9786257007009
481935
https://www.turkishbooks.com/books/sicim-p481935.html
Sicim
6
Bazen şehirler anlatır insanı bazen insanlar anlatır şehirleri. Yeter ki
hissedebilin..."şapka"mı takıp sokaklara indim. Hissedebilmek ve
insanın hikayesini duyabilmek için..."güneşin kenti" yağmurlarını
azar azar döküyordu. İnsan da yağmurlarını azar azar dökmez mi?
Bunu cimriliğinden yapmaz, döktüğü yer incinmesin ister...Siz hiç
"kayıp kitap" ı aradınız mı? Benim ömrüm onu aramakla geçti.
Bulabilmek için çok ıslattım kendimi; harflerle, kelimelerle,
cümlelerle, öykülerle, şiirlerle...Bazen çok "uzak" da zannettim.
Soranlar oldu neredesin diye; "bir yoldayım" dedim...Bu yolculukta
hiç yalnız kalmadım. Bazen bir "kelebeğin kanadı" eşlik etti bana
bazen bir "kırmızı araba"...Şehirler içerisinde "kaos" barındırırlar.
Tüm bu "çekişmesiz yargı" içerisinde haykırmak istersin. Hani
haykırsan tüm herkes susacakmış gibi hissedersin. Olmaz ama
öyle...Hiç olmadı..."sessizlik" hep baskın geldi. Bu gri şehri hep
maviye boyadım; "mavi değil mavi gibi" ama. Ben boyadıkça üstünü
karaladılar, simsiyah yaptılar. Siyahın üstünü tekrar boya tutar
mı...Eğer tutarsa şayet üzerine "hayat güzeldir" yazmak istiyorum
da...Yine bir "umutsuzluk" kapladı beni. Neden buna müsade
ediyorum ki neden buna müsade ediyorsunuz ki...Küçükken
sokağımıza "güz düşü" hakimdi. Bir gün uyandırılacağımız hiç
aklıma gelmezdi. Penceresinden sarkan "billur anne" seslenirdi
sokakta oynayan çocuklara koşun "pilaki" yaptım. Bir yemekten çok
daha fazlasıydı. "sevgi" den daha fazlası var mı..."aşk" mı
diyorsunuz; sanmıyorum. o sadece bir "eylem-i meşru". Ötesini
görmek meselemiz. Görmek zor değil, dedim ya hissetmek
zor...aklımda tüm bu "alengirli şiirler" anılarla yer değiştirirken
"mahfuz liman" da buldum kendimi. Cebimde ise bana yazılan son
mektup. İzin verirseniz şimdi biraz seninle konuşmak istiyorum...
BABAANNEMİN SAKLI MUTFAĞI
- HATAY MUTFAĞI
Kanaviçe işli perde aralığından, kapı önüne atılan taburelerdeki
kısa ama tadına doyulmayan sohbetlere kadar her anda, her
muhabbette bir yemek konusu, bir yemek tarifi mutlaka geçerdi
mahallenin hanımları arasında. Evlerden yayılan yemek kokularını
ikindin yapılan börek, kurabiye kokuları izlerdi peşi sıra... İkramlık
tabaklara konup önce komşusuna gönderen bir neslin çocuklarıydık
bizler. Saygı vardı, sevgi vardı, emek vardı ama aradaki bağı
niyeyse hep mutfakla ödüllendirirdik kadar işlemiş içimize,
geleneksel hale gelmiş yemek kültürümüz.
Hatay da bir küçük kasaba o kasabada bir Saklı Mutfak...
Babaannemden bize kalan ne varsa yazıya dökmek inanılmaz
mutluluk verici... UNICEF'in Gastronomi kenti unvanıyla
taçlandırdığı bu kadim şehirde gelenekselleşmiş yemeklerimizi bir
Reyhanlılının kaleminden sizlere aktarmak, sadece kızım için küçük
notlar alınarak başlanan bu hikayenin gerçeğe dönüşmesi benim
açımdan bir mucize değil de nedir?
Hayata dair, aileye dair, yaşanmışlıkların ve yaşanacakların en
güzel aktarımıdır mutfaklarımız. Sevgidir, umuttur, hüzündür, aşktır,
düğündür, cenazedir; mutfaklar...
hissedebilin..."şapka"mı takıp sokaklara indim. Hissedebilmek ve
insanın hikayesini duyabilmek için..."güneşin kenti" yağmurlarını
azar azar döküyordu. İnsan da yağmurlarını azar azar dökmez mi?
Bunu cimriliğinden yapmaz, döktüğü yer incinmesin ister...Siz hiç
"kayıp kitap" ı aradınız mı? Benim ömrüm onu aramakla geçti.
Bulabilmek için çok ıslattım kendimi; harflerle, kelimelerle,
cümlelerle, öykülerle, şiirlerle...Bazen çok "uzak" da zannettim.
Soranlar oldu neredesin diye; "bir yoldayım" dedim...Bu yolculukta
hiç yalnız kalmadım. Bazen bir "kelebeğin kanadı" eşlik etti bana
bazen bir "kırmızı araba"...Şehirler içerisinde "kaos" barındırırlar.
Tüm bu "çekişmesiz yargı" içerisinde haykırmak istersin. Hani
haykırsan tüm herkes susacakmış gibi hissedersin. Olmaz ama
öyle...Hiç olmadı..."sessizlik" hep baskın geldi. Bu gri şehri hep
maviye boyadım; "mavi değil mavi gibi" ama. Ben boyadıkça üstünü
karaladılar, simsiyah yaptılar. Siyahın üstünü tekrar boya tutar
mı...Eğer tutarsa şayet üzerine "hayat güzeldir" yazmak istiyorum
da...Yine bir "umutsuzluk" kapladı beni. Neden buna müsade
ediyorum ki neden buna müsade ediyorsunuz ki...Küçükken
sokağımıza "güz düşü" hakimdi. Bir gün uyandırılacağımız hiç
aklıma gelmezdi. Penceresinden sarkan "billur anne" seslenirdi
sokakta oynayan çocuklara koşun "pilaki" yaptım. Bir yemekten çok
daha fazlasıydı. "sevgi" den daha fazlası var mı..."aşk" mı
diyorsunuz; sanmıyorum. o sadece bir "eylem-i meşru". Ötesini
görmek meselemiz. Görmek zor değil, dedim ya hissetmek
zor...aklımda tüm bu "alengirli şiirler" anılarla yer değiştirirken
"mahfuz liman" da buldum kendimi. Cebimde ise bana yazılan son
mektup. İzin verirseniz şimdi biraz seninle konuşmak istiyorum...
BABAANNEMİN SAKLI MUTFAĞI
- HATAY MUTFAĞI
Kanaviçe işli perde aralığından, kapı önüne atılan taburelerdeki
kısa ama tadına doyulmayan sohbetlere kadar her anda, her
muhabbette bir yemek konusu, bir yemek tarifi mutlaka geçerdi
mahallenin hanımları arasında. Evlerden yayılan yemek kokularını
ikindin yapılan börek, kurabiye kokuları izlerdi peşi sıra... İkramlık
tabaklara konup önce komşusuna gönderen bir neslin çocuklarıydık
bizler. Saygı vardı, sevgi vardı, emek vardı ama aradaki bağı
niyeyse hep mutfakla ödüllendirirdik kadar işlemiş içimize,
geleneksel hale gelmiş yemek kültürümüz.
Hatay da bir küçük kasaba o kasabada bir Saklı Mutfak...
Babaannemden bize kalan ne varsa yazıya dökmek inanılmaz
mutluluk verici... UNICEF'in Gastronomi kenti unvanıyla
taçlandırdığı bu kadim şehirde gelenekselleşmiş yemeklerimizi bir
Reyhanlılının kaleminden sizlere aktarmak, sadece kızım için küçük
notlar alınarak başlanan bu hikayenin gerçeğe dönüşmesi benim
açımdan bir mucize değil de nedir?
Hayata dair, aileye dair, yaşanmışlıkların ve yaşanacakların en
güzel aktarımıdır mutfaklarımız. Sevgidir, umuttur, hüzündür, aşktır,
düğündür, cenazedir; mutfaklar...
Bazen şehirler anlatır insanı bazen insanlar anlatır şehirleri. Yeter ki
hissedebilin..."şapka"mı takıp sokaklara indim. Hissedebilmek ve
insanın hikayesini duyabilmek için..."güneşin kenti" yağmurlarını
azar azar döküyordu. İnsan da yağmurlarını azar azar dökmez mi?
Bunu cimriliğinden yapmaz, döktüğü yer incinmesin ister...Siz hiç
"kayıp kitap" ı aradınız mı? Benim ömrüm onu aramakla geçti.
Bulabilmek için çok ıslattım kendimi; harflerle, kelimelerle,
cümlelerle, öykülerle, şiirlerle...Bazen çok "uzak" da zannettim.
Soranlar oldu neredesin diye; "bir yoldayım" dedim...Bu yolculukta
hiç yalnız kalmadım. Bazen bir "kelebeğin kanadı" eşlik etti bana
bazen bir "kırmızı araba"...Şehirler içerisinde "kaos" barındırırlar.
Tüm bu "çekişmesiz yargı" içerisinde haykırmak istersin. Hani
haykırsan tüm herkes susacakmış gibi hissedersin. Olmaz ama
öyle...Hiç olmadı..."sessizlik" hep baskın geldi. Bu gri şehri hep
maviye boyadım; "mavi değil mavi gibi" ama. Ben boyadıkça üstünü
karaladılar, simsiyah yaptılar. Siyahın üstünü tekrar boya tutar
mı...Eğer tutarsa şayet üzerine "hayat güzeldir" yazmak istiyorum
da...Yine bir "umutsuzluk" kapladı beni. Neden buna müsade
ediyorum ki neden buna müsade ediyorsunuz ki...Küçükken
sokağımıza "güz düşü" hakimdi. Bir gün uyandırılacağımız hiç
aklıma gelmezdi. Penceresinden sarkan "billur anne" seslenirdi
sokakta oynayan çocuklara koşun "pilaki" yaptım. Bir yemekten çok
daha fazlasıydı. "sevgi" den daha fazlası var mı..."aşk" mı
diyorsunuz; sanmıyorum. o sadece bir "eylem-i meşru". Ötesini
görmek meselemiz. Görmek zor değil, dedim ya hissetmek
zor...aklımda tüm bu "alengirli şiirler" anılarla yer değiştirirken
"mahfuz liman" da buldum kendimi. Cebimde ise bana yazılan son
mektup. İzin verirseniz şimdi biraz seninle konuşmak istiyorum...
BABAANNEMİN SAKLI MUTFAĞI
- HATAY MUTFAĞI
Kanaviçe işli perde aralığından, kapı önüne atılan taburelerdeki
kısa ama tadına doyulmayan sohbetlere kadar her anda, her
muhabbette bir yemek konusu, bir yemek tarifi mutlaka geçerdi
mahallenin hanımları arasında. Evlerden yayılan yemek kokularını
ikindin yapılan börek, kurabiye kokuları izlerdi peşi sıra... İkramlık
tabaklara konup önce komşusuna gönderen bir neslin çocuklarıydık
bizler. Saygı vardı, sevgi vardı, emek vardı ama aradaki bağı
niyeyse hep mutfakla ödüllendirirdik kadar işlemiş içimize,
geleneksel hale gelmiş yemek kültürümüz.
Hatay da bir küçük kasaba o kasabada bir Saklı Mutfak...
Babaannemden bize kalan ne varsa yazıya dökmek inanılmaz
mutluluk verici... UNICEF'in Gastronomi kenti unvanıyla
taçlandırdığı bu kadim şehirde gelenekselleşmiş yemeklerimizi bir
Reyhanlılının kaleminden sizlere aktarmak, sadece kızım için küçük
notlar alınarak başlanan bu hikayenin gerçeğe dönüşmesi benim
açımdan bir mucize değil de nedir?
Hayata dair, aileye dair, yaşanmışlıkların ve yaşanacakların en
güzel aktarımıdır mutfaklarımız. Sevgidir, umuttur, hüzündür, aşktır,
düğündür, cenazedir; mutfaklar...
hissedebilin..."şapka"mı takıp sokaklara indim. Hissedebilmek ve
insanın hikayesini duyabilmek için..."güneşin kenti" yağmurlarını
azar azar döküyordu. İnsan da yağmurlarını azar azar dökmez mi?
Bunu cimriliğinden yapmaz, döktüğü yer incinmesin ister...Siz hiç
"kayıp kitap" ı aradınız mı? Benim ömrüm onu aramakla geçti.
Bulabilmek için çok ıslattım kendimi; harflerle, kelimelerle,
cümlelerle, öykülerle, şiirlerle...Bazen çok "uzak" da zannettim.
Soranlar oldu neredesin diye; "bir yoldayım" dedim...Bu yolculukta
hiç yalnız kalmadım. Bazen bir "kelebeğin kanadı" eşlik etti bana
bazen bir "kırmızı araba"...Şehirler içerisinde "kaos" barındırırlar.
Tüm bu "çekişmesiz yargı" içerisinde haykırmak istersin. Hani
haykırsan tüm herkes susacakmış gibi hissedersin. Olmaz ama
öyle...Hiç olmadı..."sessizlik" hep baskın geldi. Bu gri şehri hep
maviye boyadım; "mavi değil mavi gibi" ama. Ben boyadıkça üstünü
karaladılar, simsiyah yaptılar. Siyahın üstünü tekrar boya tutar
mı...Eğer tutarsa şayet üzerine "hayat güzeldir" yazmak istiyorum
da...Yine bir "umutsuzluk" kapladı beni. Neden buna müsade
ediyorum ki neden buna müsade ediyorsunuz ki...Küçükken
sokağımıza "güz düşü" hakimdi. Bir gün uyandırılacağımız hiç
aklıma gelmezdi. Penceresinden sarkan "billur anne" seslenirdi
sokakta oynayan çocuklara koşun "pilaki" yaptım. Bir yemekten çok
daha fazlasıydı. "sevgi" den daha fazlası var mı..."aşk" mı
diyorsunuz; sanmıyorum. o sadece bir "eylem-i meşru". Ötesini
görmek meselemiz. Görmek zor değil, dedim ya hissetmek
zor...aklımda tüm bu "alengirli şiirler" anılarla yer değiştirirken
"mahfuz liman" da buldum kendimi. Cebimde ise bana yazılan son
mektup. İzin verirseniz şimdi biraz seninle konuşmak istiyorum...
BABAANNEMİN SAKLI MUTFAĞI
- HATAY MUTFAĞI
Kanaviçe işli perde aralığından, kapı önüne atılan taburelerdeki
kısa ama tadına doyulmayan sohbetlere kadar her anda, her
muhabbette bir yemek konusu, bir yemek tarifi mutlaka geçerdi
mahallenin hanımları arasında. Evlerden yayılan yemek kokularını
ikindin yapılan börek, kurabiye kokuları izlerdi peşi sıra... İkramlık
tabaklara konup önce komşusuna gönderen bir neslin çocuklarıydık
bizler. Saygı vardı, sevgi vardı, emek vardı ama aradaki bağı
niyeyse hep mutfakla ödüllendirirdik kadar işlemiş içimize,
geleneksel hale gelmiş yemek kültürümüz.
Hatay da bir küçük kasaba o kasabada bir Saklı Mutfak...
Babaannemden bize kalan ne varsa yazıya dökmek inanılmaz
mutluluk verici... UNICEF'in Gastronomi kenti unvanıyla
taçlandırdığı bu kadim şehirde gelenekselleşmiş yemeklerimizi bir
Reyhanlılının kaleminden sizlere aktarmak, sadece kızım için küçük
notlar alınarak başlanan bu hikayenin gerçeğe dönüşmesi benim
açımdan bir mucize değil de nedir?
Hayata dair, aileye dair, yaşanmışlıkların ve yaşanacakların en
güzel aktarımıdır mutfaklarımız. Sevgidir, umuttur, hüzündür, aşktır,
düğündür, cenazedir; mutfaklar...
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.