9786056334672
366994
https://www.turkishbooks.com/books/senaryo-yazimi-p366994.html
Senaryo Yazımı Sinema ve Televizyon İçin
10.8
Senaryo yazmak isteyenlerin sorduğu ilk soru: 'Nasıl yazılır? '
Her şey bir senaryoyu başlatabilir. Başlama atışını duyan beyin harekete geçer, sahnelerden repliklere, düşsel yüzlerden, ürkütücü imajlara sıçrayarak ilerlemeye koyulur. 'Sinapsis', 'Film Öyküsü', 'Tretman' gibi tuhaf isimleri olan istasyonlar arasında, benzersiz bir serüvene doğru sarsılarak ilerler. Ama öncelik hep hikayededir. Çünkü filmler hikayeler üzerine inşa edilir. Sağlam bir hikaye ise -tüm sinema tarihinin de gösterdiği gibi- az bulunur bir nesnedir, çünkü benzersizdir...
Hangi yöntemle yazılırsa yazılsın, neye hizmet ederse etsin, sonuç olarak senaryonun bir takım özellikler taşıması gerekir. Şu soru oldukça önemlidir: Hikayenin bir proje olarak değeri nedir?
Etkilendiğiniz herhangi bir şeyden hareketle senaryo yazmak şiirsel bir süreçtir, proje kavramını temel almak ise, mimari tasarımlara benzer. Kuşkusuz yaratıcı bir iştir ancak yapılacak binanın öncelikle kimi ilkel gereksinimlere cevap vermesi gerekir: Dünyanın en güzel hikayesini yazmış olabilirsiniz, bir proje olarak değeri yok ise filmin yapılabilmesi için para bulunamaz. Hadi para bulundu film yapıldı diyelim, seyirci gelmez. Endüstri denen masal devi seyirci getiremeyen projelerden hiç hazzetmez. Seyirci dünyanın en güzel köşkünde tuvalete gidecek olan kişidir. Onu tek ilgilendiren kendi ihtiyacıdır, sıkıştığında estetik değerler umrunda bile olmaz. Bu yüzden senaristin, yaratma esrikliğini doğum sancılarını, kendini Tanrı gibi hissetmeyi kenara bırakıp bitirdiği hikayenin bir proje olarak değerini amansız bir sorgulamadan geçirmesi gerekir:
Bu fikirden bir senaryo olur mu? Nasıl bir film çıkar? O filmi ben izlemek ister miyim? Bu filmi çekmek isteyecek bir yönetmen var mı? Böyle bir filme, hangi nedenle ihtiyaç var? Yapımcı bu senaryoya neden para yatıracak? Seyirci neden bu filme gelecek?
O yüzden bu soruların yanıtlanması zorunludur. Sıradan ve onur kırıcı oldukları açıktır. Üstelik çok da sıkıcıdır. Ancak hayat kurtarırlar. Sinema tarihi aynı zamanda, bu soruları zamanında sormamış ya da doğru karşılıkları bulamamış senaristler mezarlığıdır. Kendileriyle birlikte kimi yönetmen ve yapımcıları da sürüklemiş olmaları neyi değiştirir? Herkes yalnız ölür.
Her şey bir senaryoyu başlatabilir. Başlama atışını duyan beyin harekete geçer, sahnelerden repliklere, düşsel yüzlerden, ürkütücü imajlara sıçrayarak ilerlemeye koyulur. 'Sinapsis', 'Film Öyküsü', 'Tretman' gibi tuhaf isimleri olan istasyonlar arasında, benzersiz bir serüvene doğru sarsılarak ilerler. Ama öncelik hep hikayededir. Çünkü filmler hikayeler üzerine inşa edilir. Sağlam bir hikaye ise -tüm sinema tarihinin de gösterdiği gibi- az bulunur bir nesnedir, çünkü benzersizdir...
Hangi yöntemle yazılırsa yazılsın, neye hizmet ederse etsin, sonuç olarak senaryonun bir takım özellikler taşıması gerekir. Şu soru oldukça önemlidir: Hikayenin bir proje olarak değeri nedir?
Etkilendiğiniz herhangi bir şeyden hareketle senaryo yazmak şiirsel bir süreçtir, proje kavramını temel almak ise, mimari tasarımlara benzer. Kuşkusuz yaratıcı bir iştir ancak yapılacak binanın öncelikle kimi ilkel gereksinimlere cevap vermesi gerekir: Dünyanın en güzel hikayesini yazmış olabilirsiniz, bir proje olarak değeri yok ise filmin yapılabilmesi için para bulunamaz. Hadi para bulundu film yapıldı diyelim, seyirci gelmez. Endüstri denen masal devi seyirci getiremeyen projelerden hiç hazzetmez. Seyirci dünyanın en güzel köşkünde tuvalete gidecek olan kişidir. Onu tek ilgilendiren kendi ihtiyacıdır, sıkıştığında estetik değerler umrunda bile olmaz. Bu yüzden senaristin, yaratma esrikliğini doğum sancılarını, kendini Tanrı gibi hissetmeyi kenara bırakıp bitirdiği hikayenin bir proje olarak değerini amansız bir sorgulamadan geçirmesi gerekir:
Bu fikirden bir senaryo olur mu? Nasıl bir film çıkar? O filmi ben izlemek ister miyim? Bu filmi çekmek isteyecek bir yönetmen var mı? Böyle bir filme, hangi nedenle ihtiyaç var? Yapımcı bu senaryoya neden para yatıracak? Seyirci neden bu filme gelecek?
O yüzden bu soruların yanıtlanması zorunludur. Sıradan ve onur kırıcı oldukları açıktır. Üstelik çok da sıkıcıdır. Ancak hayat kurtarırlar. Sinema tarihi aynı zamanda, bu soruları zamanında sormamış ya da doğru karşılıkları bulamamış senaristler mezarlığıdır. Kendileriyle birlikte kimi yönetmen ve yapımcıları da sürüklemiş olmaları neyi değiştirir? Herkes yalnız ölür.
Senaryo yazmak isteyenlerin sorduğu ilk soru: 'Nasıl yazılır? '
Her şey bir senaryoyu başlatabilir. Başlama atışını duyan beyin harekete geçer, sahnelerden repliklere, düşsel yüzlerden, ürkütücü imajlara sıçrayarak ilerlemeye koyulur. 'Sinapsis', 'Film Öyküsü', 'Tretman' gibi tuhaf isimleri olan istasyonlar arasında, benzersiz bir serüvene doğru sarsılarak ilerler. Ama öncelik hep hikayededir. Çünkü filmler hikayeler üzerine inşa edilir. Sağlam bir hikaye ise -tüm sinema tarihinin de gösterdiği gibi- az bulunur bir nesnedir, çünkü benzersizdir...
Hangi yöntemle yazılırsa yazılsın, neye hizmet ederse etsin, sonuç olarak senaryonun bir takım özellikler taşıması gerekir. Şu soru oldukça önemlidir: Hikayenin bir proje olarak değeri nedir?
Etkilendiğiniz herhangi bir şeyden hareketle senaryo yazmak şiirsel bir süreçtir, proje kavramını temel almak ise, mimari tasarımlara benzer. Kuşkusuz yaratıcı bir iştir ancak yapılacak binanın öncelikle kimi ilkel gereksinimlere cevap vermesi gerekir: Dünyanın en güzel hikayesini yazmış olabilirsiniz, bir proje olarak değeri yok ise filmin yapılabilmesi için para bulunamaz. Hadi para bulundu film yapıldı diyelim, seyirci gelmez. Endüstri denen masal devi seyirci getiremeyen projelerden hiç hazzetmez. Seyirci dünyanın en güzel köşkünde tuvalete gidecek olan kişidir. Onu tek ilgilendiren kendi ihtiyacıdır, sıkıştığında estetik değerler umrunda bile olmaz. Bu yüzden senaristin, yaratma esrikliğini doğum sancılarını, kendini Tanrı gibi hissetmeyi kenara bırakıp bitirdiği hikayenin bir proje olarak değerini amansız bir sorgulamadan geçirmesi gerekir:
Bu fikirden bir senaryo olur mu? Nasıl bir film çıkar? O filmi ben izlemek ister miyim? Bu filmi çekmek isteyecek bir yönetmen var mı? Böyle bir filme, hangi nedenle ihtiyaç var? Yapımcı bu senaryoya neden para yatıracak? Seyirci neden bu filme gelecek?
O yüzden bu soruların yanıtlanması zorunludur. Sıradan ve onur kırıcı oldukları açıktır. Üstelik çok da sıkıcıdır. Ancak hayat kurtarırlar. Sinema tarihi aynı zamanda, bu soruları zamanında sormamış ya da doğru karşılıkları bulamamış senaristler mezarlığıdır. Kendileriyle birlikte kimi yönetmen ve yapımcıları da sürüklemiş olmaları neyi değiştirir? Herkes yalnız ölür.
Her şey bir senaryoyu başlatabilir. Başlama atışını duyan beyin harekete geçer, sahnelerden repliklere, düşsel yüzlerden, ürkütücü imajlara sıçrayarak ilerlemeye koyulur. 'Sinapsis', 'Film Öyküsü', 'Tretman' gibi tuhaf isimleri olan istasyonlar arasında, benzersiz bir serüvene doğru sarsılarak ilerler. Ama öncelik hep hikayededir. Çünkü filmler hikayeler üzerine inşa edilir. Sağlam bir hikaye ise -tüm sinema tarihinin de gösterdiği gibi- az bulunur bir nesnedir, çünkü benzersizdir...
Hangi yöntemle yazılırsa yazılsın, neye hizmet ederse etsin, sonuç olarak senaryonun bir takım özellikler taşıması gerekir. Şu soru oldukça önemlidir: Hikayenin bir proje olarak değeri nedir?
Etkilendiğiniz herhangi bir şeyden hareketle senaryo yazmak şiirsel bir süreçtir, proje kavramını temel almak ise, mimari tasarımlara benzer. Kuşkusuz yaratıcı bir iştir ancak yapılacak binanın öncelikle kimi ilkel gereksinimlere cevap vermesi gerekir: Dünyanın en güzel hikayesini yazmış olabilirsiniz, bir proje olarak değeri yok ise filmin yapılabilmesi için para bulunamaz. Hadi para bulundu film yapıldı diyelim, seyirci gelmez. Endüstri denen masal devi seyirci getiremeyen projelerden hiç hazzetmez. Seyirci dünyanın en güzel köşkünde tuvalete gidecek olan kişidir. Onu tek ilgilendiren kendi ihtiyacıdır, sıkıştığında estetik değerler umrunda bile olmaz. Bu yüzden senaristin, yaratma esrikliğini doğum sancılarını, kendini Tanrı gibi hissetmeyi kenara bırakıp bitirdiği hikayenin bir proje olarak değerini amansız bir sorgulamadan geçirmesi gerekir:
Bu fikirden bir senaryo olur mu? Nasıl bir film çıkar? O filmi ben izlemek ister miyim? Bu filmi çekmek isteyecek bir yönetmen var mı? Böyle bir filme, hangi nedenle ihtiyaç var? Yapımcı bu senaryoya neden para yatıracak? Seyirci neden bu filme gelecek?
O yüzden bu soruların yanıtlanması zorunludur. Sıradan ve onur kırıcı oldukları açıktır. Üstelik çok da sıkıcıdır. Ancak hayat kurtarırlar. Sinema tarihi aynı zamanda, bu soruları zamanında sormamış ya da doğru karşılıkları bulamamış senaristler mezarlığıdır. Kendileriyle birlikte kimi yönetmen ve yapımcıları da sürüklemiş olmaları neyi değiştirir? Herkes yalnız ölür.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.