9789755744711
75796
https://www.turkishbooks.com/books/sems-mevlana-dostlugu-p75796.html
Şems-mevlânâ Dostluğu
7.2
Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî ve ardından bıraktığı şaheserleri, âdeta bir dünya mirasıdır. Zirâ onun öğretisi, sadece Müslümanlar arasında değil, farklı inanç, ırk, renk ve ideolojilerde olumlu yankılar bulmuştur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, bir dünya düşünürü ve filozofu olarak, eserleri ve fikriyâtı, güncelliğini ve tazeliğini korumaktadır. Bu hal, yerküre üzerinde çok az kişiye nasip olacak bir imtiyazdır. Ancak böyle bir ayrıcalığa sahip olan Mevlânâyı hamken yakan ve pişiren, sonunda kemâlâta/yetkinliğe ulaştıran Şems-i Tebrizî de unutulmamalıdır. Gizemli bir sûfî olan Şems'in olağandışı hayat serüveni ve nihâyetinde Mevlânâ'yla Konya'da vuslatı, ikiz ruhların ilk buluşmasıdır. Tek ruhta iki beden olan Mevlânâ ile Şems'in arasındaki muhabbet, dostluğun ötesinde bir dostluğa bürünmüştür. Tâ ki Şems in yitik hâle dönüşmesine kadar Fakat onların arasındaki görünmeyen yakın bağ, müridlik ve mürşidlik hâllerinin zaman içerisinde yer değiştirmesine sebep olmuştur. Bu anlamda ikiz ruhların konuşma dili, semâdır. Semâ, tarif edilemeyen ve anlatılamayan bir aşk ve muhabbetin yansımasıdır. Onda zikir, müzik ve bilim/maddî âlem birbiriyle bir senteze ulaşmıştır. Müzik, Mevlânâ'nın gözünde, filozofların dediği gibi, gök cisimlerinin dönüş seslerinden doğmuştur. Ancak Mevlânâ, âşıkların gıdası dediği müziğin, cennette duyulan nağmeler olduğundan aslâ kuşku duymaz. Onun için müzik ruhu diriltir, hem bedeni hem de nefsi bütün kem hâllerden arıtır, arındırır ve saflaştırır. Konuşmaktan ve söylemekten ziyade dinlemeyi seven Mevlânâ, müzikle gül bahçesine açılan bir pencereye kavuşur. Bu bahçede müzik âletlerini çalan çalgıcı, hasta gönüllerin şifa bulmasına sebep olur. Gül bahçesinde, Mevlânâ, naz etmeyi bilmeyen sazla karşılaşır. Orada bir taraftan davul heyecanlandırırken, diğer taraftan zurna dayanamaz ağlar. Âşıkların dili ve sesi olan rebâp, yüzüstü düşen kemençe, lâlelerin çaldığı kudüm, aynı yerin sâkinleridir. Vuruşlara âşık olan pek yüzlü def, gönülden nağmeler koparan tambur ve feryat eden kopuz da gül bahçesinin güzide varlıklarıdır. Bahçede, Mevlânâ'nın nefesinden üflenen neyin yeri bir başkadır. Zirâ ney, Allah'ın sırlarından insana fısıldanan sestir. Nitekim bir kamışken, onu sazlıktan koparan Hz. Dâvûd'dur. Kamış, insan bedeninde tecessüm eder, bir dost olur. Ancak neyin sesindeki ayrılık ve aşk ateşi, hiçbir dostlukta bulunmaz. Can neyi, feryat eden ney, Hz. İsâyı rahminde taşıyan Meryemin çektiği acıların ve ıstırapların tercümanı olur. Nihayetinde neyin sesi, aşk evinin temel harcı olur.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî ve ardından bıraktığı şaheserleri, âdeta bir dünya mirasıdır. Zirâ onun öğretisi, sadece Müslümanlar arasında değil, farklı inanç, ırk, renk ve ideolojilerde olumlu yankılar bulmuştur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen, bir dünya düşünürü ve filozofu olarak, eserleri ve fikriyâtı, güncelliğini ve tazeliğini korumaktadır. Bu hal, yerküre üzerinde çok az kişiye nasip olacak bir imtiyazdır. Ancak böyle bir ayrıcalığa sahip olan Mevlânâyı hamken yakan ve pişiren, sonunda kemâlâta/yetkinliğe ulaştıran Şems-i Tebrizî de unutulmamalıdır. Gizemli bir sûfî olan Şems'in olağandışı hayat serüveni ve nihâyetinde Mevlânâ'yla Konya'da vuslatı, ikiz ruhların ilk buluşmasıdır. Tek ruhta iki beden olan Mevlânâ ile Şems'in arasındaki muhabbet, dostluğun ötesinde bir dostluğa bürünmüştür. Tâ ki Şems in yitik hâle dönüşmesine kadar Fakat onların arasındaki görünmeyen yakın bağ, müridlik ve mürşidlik hâllerinin zaman içerisinde yer değiştirmesine sebep olmuştur. Bu anlamda ikiz ruhların konuşma dili, semâdır. Semâ, tarif edilemeyen ve anlatılamayan bir aşk ve muhabbetin yansımasıdır. Onda zikir, müzik ve bilim/maddî âlem birbiriyle bir senteze ulaşmıştır. Müzik, Mevlânâ'nın gözünde, filozofların dediği gibi, gök cisimlerinin dönüş seslerinden doğmuştur. Ancak Mevlânâ, âşıkların gıdası dediği müziğin, cennette duyulan nağmeler olduğundan aslâ kuşku duymaz. Onun için müzik ruhu diriltir, hem bedeni hem de nefsi bütün kem hâllerden arıtır, arındırır ve saflaştırır. Konuşmaktan ve söylemekten ziyade dinlemeyi seven Mevlânâ, müzikle gül bahçesine açılan bir pencereye kavuşur. Bu bahçede müzik âletlerini çalan çalgıcı, hasta gönüllerin şifa bulmasına sebep olur. Gül bahçesinde, Mevlânâ, naz etmeyi bilmeyen sazla karşılaşır. Orada bir taraftan davul heyecanlandırırken, diğer taraftan zurna dayanamaz ağlar. Âşıkların dili ve sesi olan rebâp, yüzüstü düşen kemençe, lâlelerin çaldığı kudüm, aynı yerin sâkinleridir. Vuruşlara âşık olan pek yüzlü def, gönülden nağmeler koparan tambur ve feryat eden kopuz da gül bahçesinin güzide varlıklarıdır. Bahçede, Mevlânâ'nın nefesinden üflenen neyin yeri bir başkadır. Zirâ ney, Allah'ın sırlarından insana fısıldanan sestir. Nitekim bir kamışken, onu sazlıktan koparan Hz. Dâvûd'dur. Kamış, insan bedeninde tecessüm eder, bir dost olur. Ancak neyin sesindeki ayrılık ve aşk ateşi, hiçbir dostlukta bulunmaz. Can neyi, feryat eden ney, Hz. İsâyı rahminde taşıyan Meryemin çektiği acıların ve ıstırapların tercümanı olur. Nihayetinde neyin sesi, aşk evinin temel harcı olur.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.