9786059020022
165670
https://www.turkishbooks.com/books/sanki-devrim-p165670.html
Sanki Devrim Bir Devrim Gezi'sinden Notlar
8.16
Mahir'in gördüğü düştü Gezi, İbo'nun sezdiği altın çağ. Deniz'in sehpada son haykırdığı, Mazlum'un hücre demirine ateşten bir bayrak gibi astığı. Kuşaklar boyunca bir karanfil tarlası halinde düşen devrimcilerin yenilgide, tutsaklıkta, ölümde ele -ve bazen söze bile- vermedikleri umuttu.
Pir Sultan'ın çaldığı sazdı Gezi, veziriazamın elleriyle boğduğu bir çocuğun Celali babasının elindeki peştar ve Paris Komünü'ne Enternasyonal bir ağıt yakan Pierre De Geyter'in evindeki armonyum. Bir denizdi Gezi, Onbeşler'i boğan denize karşı. Siyahın karşısında kızıl, Karadeniz'in karşı kıyısında Sovyetler.
Mehmet'i Ethem'e, 1 Mayıs'ları 31 Mayıs'a ulayan bağlacın adıdır. Düşenler bunun için düştüler; vaktini, yerini, adını bilmedikleri bir isyan için.
Gezi, belki adını bile bilmediği kardeşlerinin, belki adını bile koyamadıkları umudu için ayağa kalkmış halklardır...
Gezi Ayaklanmaları'nın ilk yıldönümünde Gezi-Lice-Gülsuyu süreçleri hakkında hazırlanmış ilk monografilerden birini sunuyoruz. Sanki Devrim, bu konudaki çalışmaların çoğunun aksine, bir derleme olarak değil, sürecin birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili iki boyutunu, siyasetini ve kültürünü bütünlüklü olarak işlemek üzere hazırlandı.
Devrim ve Halk diye çağırdığı iki iç içe özneye Gezi İsyanları tarafından sunulan siyasal ve kültürel derslerin bir dökümünü çıkartmak üzere yola çıkan çalışma, iki ana eksen etrafında toplanıyor.
Kitabın ilk yarısını oluşturan Gezi, Halk ve Devrim ekseni, sürecin siyasi analizlerle şerh edilmiş bir seyrini resmederek başlıyor. Gezi'nin Seyri başlığını taşıyan bu ilk ana bölüm direnişin artçı sarsıntılarını da kapsıyor ve sürecin evrelendirmesine ilişkin bir öneri sunuyor. Takip eden bölümlerde yalıtılarak ele alınan unsurlar, burada kronolojik olarak serimleniyor ve sonraki ayrıntılı çözümlemeler için bir zemin oluşturuyor. Gezi'nin İsyanı bölümü, bu toprakların ve dünyanın haklı halk isyanlarıyla Gezi arasındaki soy bağını ortaya koyduktan sonra Gezi'nin Ne'liği ve Kim'liği bölümü direnişin nasıl ve neolduğu sorusunu yanıtlamaya girişiyor. Ele alınan inceleme nesnesinin bazı unsurlarına odaklanmadan önce bu nesnenin neolduğunun ve onu ortaya çıkaran öznenin kim olduğu sorularına cevap arayan bölüm, bu konudaki çeşitli konumları tartıştıktan sonra Gezi'nin faşizme karşı bir halk ayaklanması olduğunu -bu tarifteki iki kavramın kavram oluşlarını vurgulayacak- söylüyor.
Kitabın tam ortasında yer alarak önceki ve sonraki üçer bölümün akışını birbirine bağlayan bir damar görevi gören Gezi'nin Devrim Dersleri başlığı, Gezi'den devrim için, devrim yolundaki bir halk adına alınacak derslerinin bir dökümünü çıkarmaya girişiyor. 10 milyonu aşkın insanın katıldığı, 21. Yüzyılın bu ilk büyük ayaklanmasının bir halk olarak hepimiz için, devrim siyaseti güdenler için ve genel olarak sınıf mücadeleleri tarihi için verdiği derslerin eksiksiz bir müfredatını çıkartmanın olanaksız olduğunu teslim eden bu kısım, derslerin halk olma paradigmasında aşikâr etkisi olan yedisine yoğunlaşıyor.
İlk ders, sınıf mücadelesinin önceki evrelerinin hiçbirinde ödenen bedellerin bir etki yaratmadan buharlaşıp uçmadığını, acıların "boşuna çekilmedi"ğini söylüyor. Gezi'nin bir kopuş mu süreklilik mi olduğuna beklenen diyalektik yanıtı veren ve Gezi sloganlarından bazılarının bir "arkeolojisi"ni yapan bu kısmın ardından, direnmenin mümkün olduğu dersi, Çayancı suni denge kavramı ve haklı şiddet bağlamında tartışılıyor. Üçüncü ders "umut ilkesi"nin dirilişine ve "bu halk bizim, bu ülke bizim" duygusunun görkemli geri dönüşüne dair. Kürt hareketinin tereddütlü tutumunu "halklar kardeştir" dersi ışığında tartıştıktan ve "ulusalcı" tabir edilen kesimlerin direnişle bağına değindikten sonra, farklılıklarımızın aynı cephede buluşmaya engel olmadığı, "dayanışmak güzeldir" duygusu ve cepheleşme kavramı etrafında ele alıyor. Altıncı ders, halkın "öz-örgütlülükleri" olarak öne çıkan forum ve meclisleri, Fransız, Sovyet ve sömürge devrimlerine göndermelerle ele aldıktan sonra "biz yönetebiliriz" sonucuna varıyor. Son ders ise "kahreden ve yaratan", olumsuzlayıcı ve olumlayıcı bir güç olarak Halk olmaya, özneleşmeye dair.
Kitabın ikinci yarısı Gezi'yi Kültür ve Kuram ekseninde tartışmaya açıyor. Burada yer alan üç bölüm yalnızca Gezi'ye özgü değilse de onun "şahsına münhasır" özellikler sergileyen üç kültürel veçheye yöneliyor.
İnternet ve direnişin ilişkisini Hacktivizm ve siber-aktivizm çerçevesinde tartışan Gezi'nin Ağları bölümü, her iki alanda da Gezi'nin kendine özgü biçimler geliştirdiğini ileri sürüyor. Bu süreçte Red Hack giderek bir siber-silahlı-propaganda örgütü gibi davranmaya başlarken SMaktivizm (Sosyal Medya Aktivizmi) adını verdiğimiz yeni bir davranış örüntüsü ortaya çıktı. Sosyal medyada hegemonya kurma mücadelesi olarak tanımlanabilecek SMaktivizm'in Gezi'deki baskın rolü dünyadaki "Twitter/Facebook devrimleri" denen hareketlenmelerden bir farklılık arz ediyordu.
Gezi'nin Söylemi ve Mizahıbaşlığı, Gezi sürecindeki söylemleri, iki yapısalcılık sonrası analiz aracını -metinlerarasılık veköksap/rizom- postmodern olmayan bir biçimde kullanarak irdeliyor. Direnişte çokça bahsedilen mizah unsurunu, temelde Bergson'un gülme kuramı çerçevesinde çözümleyen bu bölüm, orantısız değil kitlelerin etkileşiminin ve beğenisinin rizomatik ağlarından süzülmüş bir zekâ ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor.
İsyanın her veçhesinde karşımıza çıkan kolektiflik olgusu, Gezi'nin sanatı ve estetiği için özellikle önemli bir rol oynadı.Gezi'nin Estetiği bölümü kolektif olanın insan varoluşunun ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koyduktan sonra "zaten her zaman" kolektif bir üretim olan sanatın Gezi'deki tezahürünü ve örneklerini tartışıyor.
Büyük bir direnişi ele alan bu küçük çalışmanın eksiklerinin yanı sıra sınırlılıkları da var. Tartışma bilinçli olarak direnişin "iç" ve "dış" politikasını, yani direniş sürecinde halk güçlerinin benimsediği taktiklerle hasmının ulusal ve uluslararası konjonktürdeki konumunu ayrıntılı değerlendirme odağının dışında tutuyor.
Gezi devrim kavgamızın çok önemli bir uğrağı ama kendisi bir siyasi ve sosyal devrim değil. "Devrim sanki göz kırptı" diyen o meşhur duvar yazısının sözleriyle, Gezi "sanki devrim". Ama siyasi ve sosyal yapıda gerçekleşmeyen devrim, halklarımızın zihinsel dünyasında görkemli bir biçimde gerçekleşti. Direniş, zihinlerimizde yarattığı paradigma depremleriyle faşizmin hegemonyasına çok güçlü darbeler vurdu. "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak"sa bu yüzden olmayacak.
Ancak, devrim aynı zamanda yeni bir hayatın olasılığını ve olanaklılığını göstermekse Gezi devrimin ta kendisidir. Devrim, sosyal ve siyasi düzeni yeniden örgütlemekse bu bir Devrim gezisidir. Ülkenin ve dünyanın geleceğine kısa bir yolculuk yaptık, ütopyayı gezdik, olmayan ülkenin olduğunu gördük.
"Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar", paranın geçmediği, dostluğun ve dayanışmanın kullanım değerinin bütün değişim değerlerini alaşağı ettiği, ulusların ve dinlerin kanununun feshedildiği, sınırların ve sınıfların, hem de kafaların içindeki sınır ve sınıflara varıncaya kadar kaldırıldığı bir gelecek var.
Romantiğiz ve gerçekçiyiz, imkânsız bunun için imkânlı. Daha çok inişlerimiz, daha çok çıkışlarımız olacak. Daha çok yenilecek, daha çok çaresiz hissedeceğiz. Sevinçten değil öfkeden ağlayacağımız günler daha ziyade olacak. Ama biz bir geleceği elle tutulur bir düş halinde gördük, onu hiçbir zaman unutmayacağız.
Unutmamak için yürümeye devam edeceğiz. Çünkü şairin dediği gibi: "Yol, yürüyüş öğretir..."
Pir Sultan'ın çaldığı sazdı Gezi, veziriazamın elleriyle boğduğu bir çocuğun Celali babasının elindeki peştar ve Paris Komünü'ne Enternasyonal bir ağıt yakan Pierre De Geyter'in evindeki armonyum. Bir denizdi Gezi, Onbeşler'i boğan denize karşı. Siyahın karşısında kızıl, Karadeniz'in karşı kıyısında Sovyetler.
Mehmet'i Ethem'e, 1 Mayıs'ları 31 Mayıs'a ulayan bağlacın adıdır. Düşenler bunun için düştüler; vaktini, yerini, adını bilmedikleri bir isyan için.
Gezi, belki adını bile bilmediği kardeşlerinin, belki adını bile koyamadıkları umudu için ayağa kalkmış halklardır...
Gezi Ayaklanmaları'nın ilk yıldönümünde Gezi-Lice-Gülsuyu süreçleri hakkında hazırlanmış ilk monografilerden birini sunuyoruz. Sanki Devrim, bu konudaki çalışmaların çoğunun aksine, bir derleme olarak değil, sürecin birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili iki boyutunu, siyasetini ve kültürünü bütünlüklü olarak işlemek üzere hazırlandı.
Devrim ve Halk diye çağırdığı iki iç içe özneye Gezi İsyanları tarafından sunulan siyasal ve kültürel derslerin bir dökümünü çıkartmak üzere yola çıkan çalışma, iki ana eksen etrafında toplanıyor.
Kitabın ilk yarısını oluşturan Gezi, Halk ve Devrim ekseni, sürecin siyasi analizlerle şerh edilmiş bir seyrini resmederek başlıyor. Gezi'nin Seyri başlığını taşıyan bu ilk ana bölüm direnişin artçı sarsıntılarını da kapsıyor ve sürecin evrelendirmesine ilişkin bir öneri sunuyor. Takip eden bölümlerde yalıtılarak ele alınan unsurlar, burada kronolojik olarak serimleniyor ve sonraki ayrıntılı çözümlemeler için bir zemin oluşturuyor. Gezi'nin İsyanı bölümü, bu toprakların ve dünyanın haklı halk isyanlarıyla Gezi arasındaki soy bağını ortaya koyduktan sonra Gezi'nin Ne'liği ve Kim'liği bölümü direnişin nasıl ve neolduğu sorusunu yanıtlamaya girişiyor. Ele alınan inceleme nesnesinin bazı unsurlarına odaklanmadan önce bu nesnenin neolduğunun ve onu ortaya çıkaran öznenin kim olduğu sorularına cevap arayan bölüm, bu konudaki çeşitli konumları tartıştıktan sonra Gezi'nin faşizme karşı bir halk ayaklanması olduğunu -bu tarifteki iki kavramın kavram oluşlarını vurgulayacak- söylüyor.
Kitabın tam ortasında yer alarak önceki ve sonraki üçer bölümün akışını birbirine bağlayan bir damar görevi gören Gezi'nin Devrim Dersleri başlığı, Gezi'den devrim için, devrim yolundaki bir halk adına alınacak derslerinin bir dökümünü çıkarmaya girişiyor. 10 milyonu aşkın insanın katıldığı, 21. Yüzyılın bu ilk büyük ayaklanmasının bir halk olarak hepimiz için, devrim siyaseti güdenler için ve genel olarak sınıf mücadeleleri tarihi için verdiği derslerin eksiksiz bir müfredatını çıkartmanın olanaksız olduğunu teslim eden bu kısım, derslerin halk olma paradigmasında aşikâr etkisi olan yedisine yoğunlaşıyor.
İlk ders, sınıf mücadelesinin önceki evrelerinin hiçbirinde ödenen bedellerin bir etki yaratmadan buharlaşıp uçmadığını, acıların "boşuna çekilmedi"ğini söylüyor. Gezi'nin bir kopuş mu süreklilik mi olduğuna beklenen diyalektik yanıtı veren ve Gezi sloganlarından bazılarının bir "arkeolojisi"ni yapan bu kısmın ardından, direnmenin mümkün olduğu dersi, Çayancı suni denge kavramı ve haklı şiddet bağlamında tartışılıyor. Üçüncü ders "umut ilkesi"nin dirilişine ve "bu halk bizim, bu ülke bizim" duygusunun görkemli geri dönüşüne dair. Kürt hareketinin tereddütlü tutumunu "halklar kardeştir" dersi ışığında tartıştıktan ve "ulusalcı" tabir edilen kesimlerin direnişle bağına değindikten sonra, farklılıklarımızın aynı cephede buluşmaya engel olmadığı, "dayanışmak güzeldir" duygusu ve cepheleşme kavramı etrafında ele alıyor. Altıncı ders, halkın "öz-örgütlülükleri" olarak öne çıkan forum ve meclisleri, Fransız, Sovyet ve sömürge devrimlerine göndermelerle ele aldıktan sonra "biz yönetebiliriz" sonucuna varıyor. Son ders ise "kahreden ve yaratan", olumsuzlayıcı ve olumlayıcı bir güç olarak Halk olmaya, özneleşmeye dair.
Kitabın ikinci yarısı Gezi'yi Kültür ve Kuram ekseninde tartışmaya açıyor. Burada yer alan üç bölüm yalnızca Gezi'ye özgü değilse de onun "şahsına münhasır" özellikler sergileyen üç kültürel veçheye yöneliyor.
İnternet ve direnişin ilişkisini Hacktivizm ve siber-aktivizm çerçevesinde tartışan Gezi'nin Ağları bölümü, her iki alanda da Gezi'nin kendine özgü biçimler geliştirdiğini ileri sürüyor. Bu süreçte Red Hack giderek bir siber-silahlı-propaganda örgütü gibi davranmaya başlarken SMaktivizm (Sosyal Medya Aktivizmi) adını verdiğimiz yeni bir davranış örüntüsü ortaya çıktı. Sosyal medyada hegemonya kurma mücadelesi olarak tanımlanabilecek SMaktivizm'in Gezi'deki baskın rolü dünyadaki "Twitter/Facebook devrimleri" denen hareketlenmelerden bir farklılık arz ediyordu.
Gezi'nin Söylemi ve Mizahıbaşlığı, Gezi sürecindeki söylemleri, iki yapısalcılık sonrası analiz aracını -metinlerarasılık veköksap/rizom- postmodern olmayan bir biçimde kullanarak irdeliyor. Direnişte çokça bahsedilen mizah unsurunu, temelde Bergson'un gülme kuramı çerçevesinde çözümleyen bu bölüm, orantısız değil kitlelerin etkileşiminin ve beğenisinin rizomatik ağlarından süzülmüş bir zekâ ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor.
İsyanın her veçhesinde karşımıza çıkan kolektiflik olgusu, Gezi'nin sanatı ve estetiği için özellikle önemli bir rol oynadı.Gezi'nin Estetiği bölümü kolektif olanın insan varoluşunun ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koyduktan sonra "zaten her zaman" kolektif bir üretim olan sanatın Gezi'deki tezahürünü ve örneklerini tartışıyor.
Büyük bir direnişi ele alan bu küçük çalışmanın eksiklerinin yanı sıra sınırlılıkları da var. Tartışma bilinçli olarak direnişin "iç" ve "dış" politikasını, yani direniş sürecinde halk güçlerinin benimsediği taktiklerle hasmının ulusal ve uluslararası konjonktürdeki konumunu ayrıntılı değerlendirme odağının dışında tutuyor.
Gezi devrim kavgamızın çok önemli bir uğrağı ama kendisi bir siyasi ve sosyal devrim değil. "Devrim sanki göz kırptı" diyen o meşhur duvar yazısının sözleriyle, Gezi "sanki devrim". Ama siyasi ve sosyal yapıda gerçekleşmeyen devrim, halklarımızın zihinsel dünyasında görkemli bir biçimde gerçekleşti. Direniş, zihinlerimizde yarattığı paradigma depremleriyle faşizmin hegemonyasına çok güçlü darbeler vurdu. "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak"sa bu yüzden olmayacak.
Ancak, devrim aynı zamanda yeni bir hayatın olasılığını ve olanaklılığını göstermekse Gezi devrimin ta kendisidir. Devrim, sosyal ve siyasi düzeni yeniden örgütlemekse bu bir Devrim gezisidir. Ülkenin ve dünyanın geleceğine kısa bir yolculuk yaptık, ütopyayı gezdik, olmayan ülkenin olduğunu gördük.
"Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar", paranın geçmediği, dostluğun ve dayanışmanın kullanım değerinin bütün değişim değerlerini alaşağı ettiği, ulusların ve dinlerin kanununun feshedildiği, sınırların ve sınıfların, hem de kafaların içindeki sınır ve sınıflara varıncaya kadar kaldırıldığı bir gelecek var.
Romantiğiz ve gerçekçiyiz, imkânsız bunun için imkânlı. Daha çok inişlerimiz, daha çok çıkışlarımız olacak. Daha çok yenilecek, daha çok çaresiz hissedeceğiz. Sevinçten değil öfkeden ağlayacağımız günler daha ziyade olacak. Ama biz bir geleceği elle tutulur bir düş halinde gördük, onu hiçbir zaman unutmayacağız.
Unutmamak için yürümeye devam edeceğiz. Çünkü şairin dediği gibi: "Yol, yürüyüş öğretir..."
Mahir'in gördüğü düştü Gezi, İbo'nun sezdiği altın çağ. Deniz'in sehpada son haykırdığı, Mazlum'un hücre demirine ateşten bir bayrak gibi astığı. Kuşaklar boyunca bir karanfil tarlası halinde düşen devrimcilerin yenilgide, tutsaklıkta, ölümde ele -ve bazen söze bile- vermedikleri umuttu.
Pir Sultan'ın çaldığı sazdı Gezi, veziriazamın elleriyle boğduğu bir çocuğun Celali babasının elindeki peştar ve Paris Komünü'ne Enternasyonal bir ağıt yakan Pierre De Geyter'in evindeki armonyum. Bir denizdi Gezi, Onbeşler'i boğan denize karşı. Siyahın karşısında kızıl, Karadeniz'in karşı kıyısında Sovyetler.
Mehmet'i Ethem'e, 1 Mayıs'ları 31 Mayıs'a ulayan bağlacın adıdır. Düşenler bunun için düştüler; vaktini, yerini, adını bilmedikleri bir isyan için.
Gezi, belki adını bile bilmediği kardeşlerinin, belki adını bile koyamadıkları umudu için ayağa kalkmış halklardır...
Gezi Ayaklanmaları'nın ilk yıldönümünde Gezi-Lice-Gülsuyu süreçleri hakkında hazırlanmış ilk monografilerden birini sunuyoruz. Sanki Devrim, bu konudaki çalışmaların çoğunun aksine, bir derleme olarak değil, sürecin birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili iki boyutunu, siyasetini ve kültürünü bütünlüklü olarak işlemek üzere hazırlandı.
Devrim ve Halk diye çağırdığı iki iç içe özneye Gezi İsyanları tarafından sunulan siyasal ve kültürel derslerin bir dökümünü çıkartmak üzere yola çıkan çalışma, iki ana eksen etrafında toplanıyor.
Kitabın ilk yarısını oluşturan Gezi, Halk ve Devrim ekseni, sürecin siyasi analizlerle şerh edilmiş bir seyrini resmederek başlıyor. Gezi'nin Seyri başlığını taşıyan bu ilk ana bölüm direnişin artçı sarsıntılarını da kapsıyor ve sürecin evrelendirmesine ilişkin bir öneri sunuyor. Takip eden bölümlerde yalıtılarak ele alınan unsurlar, burada kronolojik olarak serimleniyor ve sonraki ayrıntılı çözümlemeler için bir zemin oluşturuyor. Gezi'nin İsyanı bölümü, bu toprakların ve dünyanın haklı halk isyanlarıyla Gezi arasındaki soy bağını ortaya koyduktan sonra Gezi'nin Ne'liği ve Kim'liği bölümü direnişin nasıl ve neolduğu sorusunu yanıtlamaya girişiyor. Ele alınan inceleme nesnesinin bazı unsurlarına odaklanmadan önce bu nesnenin neolduğunun ve onu ortaya çıkaran öznenin kim olduğu sorularına cevap arayan bölüm, bu konudaki çeşitli konumları tartıştıktan sonra Gezi'nin faşizme karşı bir halk ayaklanması olduğunu -bu tarifteki iki kavramın kavram oluşlarını vurgulayacak- söylüyor.
Kitabın tam ortasında yer alarak önceki ve sonraki üçer bölümün akışını birbirine bağlayan bir damar görevi gören Gezi'nin Devrim Dersleri başlığı, Gezi'den devrim için, devrim yolundaki bir halk adına alınacak derslerinin bir dökümünü çıkarmaya girişiyor. 10 milyonu aşkın insanın katıldığı, 21. Yüzyılın bu ilk büyük ayaklanmasının bir halk olarak hepimiz için, devrim siyaseti güdenler için ve genel olarak sınıf mücadeleleri tarihi için verdiği derslerin eksiksiz bir müfredatını çıkartmanın olanaksız olduğunu teslim eden bu kısım, derslerin halk olma paradigmasında aşikâr etkisi olan yedisine yoğunlaşıyor.
İlk ders, sınıf mücadelesinin önceki evrelerinin hiçbirinde ödenen bedellerin bir etki yaratmadan buharlaşıp uçmadığını, acıların "boşuna çekilmedi"ğini söylüyor. Gezi'nin bir kopuş mu süreklilik mi olduğuna beklenen diyalektik yanıtı veren ve Gezi sloganlarından bazılarının bir "arkeolojisi"ni yapan bu kısmın ardından, direnmenin mümkün olduğu dersi, Çayancı suni denge kavramı ve haklı şiddet bağlamında tartışılıyor. Üçüncü ders "umut ilkesi"nin dirilişine ve "bu halk bizim, bu ülke bizim" duygusunun görkemli geri dönüşüne dair. Kürt hareketinin tereddütlü tutumunu "halklar kardeştir" dersi ışığında tartıştıktan ve "ulusalcı" tabir edilen kesimlerin direnişle bağına değindikten sonra, farklılıklarımızın aynı cephede buluşmaya engel olmadığı, "dayanışmak güzeldir" duygusu ve cepheleşme kavramı etrafında ele alıyor. Altıncı ders, halkın "öz-örgütlülükleri" olarak öne çıkan forum ve meclisleri, Fransız, Sovyet ve sömürge devrimlerine göndermelerle ele aldıktan sonra "biz yönetebiliriz" sonucuna varıyor. Son ders ise "kahreden ve yaratan", olumsuzlayıcı ve olumlayıcı bir güç olarak Halk olmaya, özneleşmeye dair.
Kitabın ikinci yarısı Gezi'yi Kültür ve Kuram ekseninde tartışmaya açıyor. Burada yer alan üç bölüm yalnızca Gezi'ye özgü değilse de onun "şahsına münhasır" özellikler sergileyen üç kültürel veçheye yöneliyor.
İnternet ve direnişin ilişkisini Hacktivizm ve siber-aktivizm çerçevesinde tartışan Gezi'nin Ağları bölümü, her iki alanda da Gezi'nin kendine özgü biçimler geliştirdiğini ileri sürüyor. Bu süreçte Red Hack giderek bir siber-silahlı-propaganda örgütü gibi davranmaya başlarken SMaktivizm (Sosyal Medya Aktivizmi) adını verdiğimiz yeni bir davranış örüntüsü ortaya çıktı. Sosyal medyada hegemonya kurma mücadelesi olarak tanımlanabilecek SMaktivizm'in Gezi'deki baskın rolü dünyadaki "Twitter/Facebook devrimleri" denen hareketlenmelerden bir farklılık arz ediyordu.
Gezi'nin Söylemi ve Mizahıbaşlığı, Gezi sürecindeki söylemleri, iki yapısalcılık sonrası analiz aracını -metinlerarasılık veköksap/rizom- postmodern olmayan bir biçimde kullanarak irdeliyor. Direnişte çokça bahsedilen mizah unsurunu, temelde Bergson'un gülme kuramı çerçevesinde çözümleyen bu bölüm, orantısız değil kitlelerin etkileşiminin ve beğenisinin rizomatik ağlarından süzülmüş bir zekâ ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor.
İsyanın her veçhesinde karşımıza çıkan kolektiflik olgusu, Gezi'nin sanatı ve estetiği için özellikle önemli bir rol oynadı.Gezi'nin Estetiği bölümü kolektif olanın insan varoluşunun ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koyduktan sonra "zaten her zaman" kolektif bir üretim olan sanatın Gezi'deki tezahürünü ve örneklerini tartışıyor.
Büyük bir direnişi ele alan bu küçük çalışmanın eksiklerinin yanı sıra sınırlılıkları da var. Tartışma bilinçli olarak direnişin "iç" ve "dış" politikasını, yani direniş sürecinde halk güçlerinin benimsediği taktiklerle hasmının ulusal ve uluslararası konjonktürdeki konumunu ayrıntılı değerlendirme odağının dışında tutuyor.
Gezi devrim kavgamızın çok önemli bir uğrağı ama kendisi bir siyasi ve sosyal devrim değil. "Devrim sanki göz kırptı" diyen o meşhur duvar yazısının sözleriyle, Gezi "sanki devrim". Ama siyasi ve sosyal yapıda gerçekleşmeyen devrim, halklarımızın zihinsel dünyasında görkemli bir biçimde gerçekleşti. Direniş, zihinlerimizde yarattığı paradigma depremleriyle faşizmin hegemonyasına çok güçlü darbeler vurdu. "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak"sa bu yüzden olmayacak.
Ancak, devrim aynı zamanda yeni bir hayatın olasılığını ve olanaklılığını göstermekse Gezi devrimin ta kendisidir. Devrim, sosyal ve siyasi düzeni yeniden örgütlemekse bu bir Devrim gezisidir. Ülkenin ve dünyanın geleceğine kısa bir yolculuk yaptık, ütopyayı gezdik, olmayan ülkenin olduğunu gördük.
"Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar", paranın geçmediği, dostluğun ve dayanışmanın kullanım değerinin bütün değişim değerlerini alaşağı ettiği, ulusların ve dinlerin kanununun feshedildiği, sınırların ve sınıfların, hem de kafaların içindeki sınır ve sınıflara varıncaya kadar kaldırıldığı bir gelecek var.
Romantiğiz ve gerçekçiyiz, imkânsız bunun için imkânlı. Daha çok inişlerimiz, daha çok çıkışlarımız olacak. Daha çok yenilecek, daha çok çaresiz hissedeceğiz. Sevinçten değil öfkeden ağlayacağımız günler daha ziyade olacak. Ama biz bir geleceği elle tutulur bir düş halinde gördük, onu hiçbir zaman unutmayacağız.
Unutmamak için yürümeye devam edeceğiz. Çünkü şairin dediği gibi: "Yol, yürüyüş öğretir..."
Pir Sultan'ın çaldığı sazdı Gezi, veziriazamın elleriyle boğduğu bir çocuğun Celali babasının elindeki peştar ve Paris Komünü'ne Enternasyonal bir ağıt yakan Pierre De Geyter'in evindeki armonyum. Bir denizdi Gezi, Onbeşler'i boğan denize karşı. Siyahın karşısında kızıl, Karadeniz'in karşı kıyısında Sovyetler.
Mehmet'i Ethem'e, 1 Mayıs'ları 31 Mayıs'a ulayan bağlacın adıdır. Düşenler bunun için düştüler; vaktini, yerini, adını bilmedikleri bir isyan için.
Gezi, belki adını bile bilmediği kardeşlerinin, belki adını bile koyamadıkları umudu için ayağa kalkmış halklardır...
Gezi Ayaklanmaları'nın ilk yıldönümünde Gezi-Lice-Gülsuyu süreçleri hakkında hazırlanmış ilk monografilerden birini sunuyoruz. Sanki Devrim, bu konudaki çalışmaların çoğunun aksine, bir derleme olarak değil, sürecin birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili iki boyutunu, siyasetini ve kültürünü bütünlüklü olarak işlemek üzere hazırlandı.
Devrim ve Halk diye çağırdığı iki iç içe özneye Gezi İsyanları tarafından sunulan siyasal ve kültürel derslerin bir dökümünü çıkartmak üzere yola çıkan çalışma, iki ana eksen etrafında toplanıyor.
Kitabın ilk yarısını oluşturan Gezi, Halk ve Devrim ekseni, sürecin siyasi analizlerle şerh edilmiş bir seyrini resmederek başlıyor. Gezi'nin Seyri başlığını taşıyan bu ilk ana bölüm direnişin artçı sarsıntılarını da kapsıyor ve sürecin evrelendirmesine ilişkin bir öneri sunuyor. Takip eden bölümlerde yalıtılarak ele alınan unsurlar, burada kronolojik olarak serimleniyor ve sonraki ayrıntılı çözümlemeler için bir zemin oluşturuyor. Gezi'nin İsyanı bölümü, bu toprakların ve dünyanın haklı halk isyanlarıyla Gezi arasındaki soy bağını ortaya koyduktan sonra Gezi'nin Ne'liği ve Kim'liği bölümü direnişin nasıl ve neolduğu sorusunu yanıtlamaya girişiyor. Ele alınan inceleme nesnesinin bazı unsurlarına odaklanmadan önce bu nesnenin neolduğunun ve onu ortaya çıkaran öznenin kim olduğu sorularına cevap arayan bölüm, bu konudaki çeşitli konumları tartıştıktan sonra Gezi'nin faşizme karşı bir halk ayaklanması olduğunu -bu tarifteki iki kavramın kavram oluşlarını vurgulayacak- söylüyor.
Kitabın tam ortasında yer alarak önceki ve sonraki üçer bölümün akışını birbirine bağlayan bir damar görevi gören Gezi'nin Devrim Dersleri başlığı, Gezi'den devrim için, devrim yolundaki bir halk adına alınacak derslerinin bir dökümünü çıkarmaya girişiyor. 10 milyonu aşkın insanın katıldığı, 21. Yüzyılın bu ilk büyük ayaklanmasının bir halk olarak hepimiz için, devrim siyaseti güdenler için ve genel olarak sınıf mücadeleleri tarihi için verdiği derslerin eksiksiz bir müfredatını çıkartmanın olanaksız olduğunu teslim eden bu kısım, derslerin halk olma paradigmasında aşikâr etkisi olan yedisine yoğunlaşıyor.
İlk ders, sınıf mücadelesinin önceki evrelerinin hiçbirinde ödenen bedellerin bir etki yaratmadan buharlaşıp uçmadığını, acıların "boşuna çekilmedi"ğini söylüyor. Gezi'nin bir kopuş mu süreklilik mi olduğuna beklenen diyalektik yanıtı veren ve Gezi sloganlarından bazılarının bir "arkeolojisi"ni yapan bu kısmın ardından, direnmenin mümkün olduğu dersi, Çayancı suni denge kavramı ve haklı şiddet bağlamında tartışılıyor. Üçüncü ders "umut ilkesi"nin dirilişine ve "bu halk bizim, bu ülke bizim" duygusunun görkemli geri dönüşüne dair. Kürt hareketinin tereddütlü tutumunu "halklar kardeştir" dersi ışığında tartıştıktan ve "ulusalcı" tabir edilen kesimlerin direnişle bağına değindikten sonra, farklılıklarımızın aynı cephede buluşmaya engel olmadığı, "dayanışmak güzeldir" duygusu ve cepheleşme kavramı etrafında ele alıyor. Altıncı ders, halkın "öz-örgütlülükleri" olarak öne çıkan forum ve meclisleri, Fransız, Sovyet ve sömürge devrimlerine göndermelerle ele aldıktan sonra "biz yönetebiliriz" sonucuna varıyor. Son ders ise "kahreden ve yaratan", olumsuzlayıcı ve olumlayıcı bir güç olarak Halk olmaya, özneleşmeye dair.
Kitabın ikinci yarısı Gezi'yi Kültür ve Kuram ekseninde tartışmaya açıyor. Burada yer alan üç bölüm yalnızca Gezi'ye özgü değilse de onun "şahsına münhasır" özellikler sergileyen üç kültürel veçheye yöneliyor.
İnternet ve direnişin ilişkisini Hacktivizm ve siber-aktivizm çerçevesinde tartışan Gezi'nin Ağları bölümü, her iki alanda da Gezi'nin kendine özgü biçimler geliştirdiğini ileri sürüyor. Bu süreçte Red Hack giderek bir siber-silahlı-propaganda örgütü gibi davranmaya başlarken SMaktivizm (Sosyal Medya Aktivizmi) adını verdiğimiz yeni bir davranış örüntüsü ortaya çıktı. Sosyal medyada hegemonya kurma mücadelesi olarak tanımlanabilecek SMaktivizm'in Gezi'deki baskın rolü dünyadaki "Twitter/Facebook devrimleri" denen hareketlenmelerden bir farklılık arz ediyordu.
Gezi'nin Söylemi ve Mizahıbaşlığı, Gezi sürecindeki söylemleri, iki yapısalcılık sonrası analiz aracını -metinlerarasılık veköksap/rizom- postmodern olmayan bir biçimde kullanarak irdeliyor. Direnişte çokça bahsedilen mizah unsurunu, temelde Bergson'un gülme kuramı çerçevesinde çözümleyen bu bölüm, orantısız değil kitlelerin etkileşiminin ve beğenisinin rizomatik ağlarından süzülmüş bir zekâ ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor.
İsyanın her veçhesinde karşımıza çıkan kolektiflik olgusu, Gezi'nin sanatı ve estetiği için özellikle önemli bir rol oynadı.Gezi'nin Estetiği bölümü kolektif olanın insan varoluşunun ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koyduktan sonra "zaten her zaman" kolektif bir üretim olan sanatın Gezi'deki tezahürünü ve örneklerini tartışıyor.
Büyük bir direnişi ele alan bu küçük çalışmanın eksiklerinin yanı sıra sınırlılıkları da var. Tartışma bilinçli olarak direnişin "iç" ve "dış" politikasını, yani direniş sürecinde halk güçlerinin benimsediği taktiklerle hasmının ulusal ve uluslararası konjonktürdeki konumunu ayrıntılı değerlendirme odağının dışında tutuyor.
Gezi devrim kavgamızın çok önemli bir uğrağı ama kendisi bir siyasi ve sosyal devrim değil. "Devrim sanki göz kırptı" diyen o meşhur duvar yazısının sözleriyle, Gezi "sanki devrim". Ama siyasi ve sosyal yapıda gerçekleşmeyen devrim, halklarımızın zihinsel dünyasında görkemli bir biçimde gerçekleşti. Direniş, zihinlerimizde yarattığı paradigma depremleriyle faşizmin hegemonyasına çok güçlü darbeler vurdu. "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak"sa bu yüzden olmayacak.
Ancak, devrim aynı zamanda yeni bir hayatın olasılığını ve olanaklılığını göstermekse Gezi devrimin ta kendisidir. Devrim, sosyal ve siyasi düzeni yeniden örgütlemekse bu bir Devrim gezisidir. Ülkenin ve dünyanın geleceğine kısa bir yolculuk yaptık, ütopyayı gezdik, olmayan ülkenin olduğunu gördük.
"Çok uzakta öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar", paranın geçmediği, dostluğun ve dayanışmanın kullanım değerinin bütün değişim değerlerini alaşağı ettiği, ulusların ve dinlerin kanununun feshedildiği, sınırların ve sınıfların, hem de kafaların içindeki sınır ve sınıflara varıncaya kadar kaldırıldığı bir gelecek var.
Romantiğiz ve gerçekçiyiz, imkânsız bunun için imkânlı. Daha çok inişlerimiz, daha çok çıkışlarımız olacak. Daha çok yenilecek, daha çok çaresiz hissedeceğiz. Sevinçten değil öfkeden ağlayacağımız günler daha ziyade olacak. Ama biz bir geleceği elle tutulur bir düş halinde gördük, onu hiçbir zaman unutmayacağız.
Unutmamak için yürümeye devam edeceğiz. Çünkü şairin dediği gibi: "Yol, yürüyüş öğretir..."
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.