8789758774463
86555
https://www.turkishbooks.com/books/olecek-zaman-yok-p86555.html
Ölecek Zaman Yok 21. Yüzyıl Sorunları
2.667
21. yüzyıl insanının gerçekten zamanla başı dertte. "Zamanım yok" sözü bir mazeret olmaktan nasıl çıktı´ Gerçekten ölecek zaman yok mu´ peki nasıl ölüyor insanlar öyleyse´
Dostumuzu, zamanımız olmadığı için akşam yemeğine davet edemiyoruz. Zamanımız yok çünkü. Çocuklarımızla ilgilenemiyoruz, gazete okuyamıyoruz, insanlarla tanışamıyoruz.
işimizi dahi yeterince profesyonel yapamıyoruz, yenilikleri takip edemiyoruz; çünkü zaman yok. Cenazelere iştirak edip, dostumuza karşı son görevimizi yerini getiremiyoruz; gala, sünnet, kutlama, düğün ve hatta mevlit gibi tüm törenlere ya katılamıyoruz ya da dar zamanlarda katılıyoruz; ve çabucak çıkıp uzaklaşıyoruz. Ama yeterince uzağa kaçamıyoruz. Çünkü yeterince uzaklaşacak zamanımız yok. Başka bir işin zaman talebiyle karşı karşıya kalıyoruz.
işi bırakıp ölüme gidemiyoruz, o da zaman istiyor. Ağız tadıyla ölemiyoruz. Hastane odalarında, zamanları olmadığı için bizimle ilgilenemeyen hemşire ve doktorlar gözetiminde ölüyoruz. Bakımevlerinde, evlatlarımız ve yakınlarımızdan uzakta, işe yaramaz bir halde ve kimsesiz ölüyoruz. Yanımızda olacak zamanı olanların, yapacak işleri güçleri var. İş yapacak gücümüz varken, genç veya olgun iken zamanımız yok. Hiç bir şey için yeterince zamanımız yok artık. Ne öldürmek için ne de ölmek için. Ne düşmanlık için ne de dostluk için. Şikâyet ve dileklerimizi sunamıyoruz, işimiz var ve her iş zaman istiyor. Hangi iş yapacağımıza karar vermek için düşünmeye, düşünmek içinse zamana ihtiyacımız var.
Zaman bizi özürlü yaptı. Modernizmin özürlüleştirdiği insanlar´ Zaman bilinci, zaman kavramı, planlama, beklenti, istek ve arzular´ Bunlar zamanı besliyor, zamanı hatırlatıyor, zamanı gerektiriyor. Her toplumsal etkinliğe katılım biletlerle ve zamanlı: uçakların uçuş tabloları, otobüslerin kalkış saatleri ve trenlerin varış dakikaları´ Nikâh günleri, akşam haberleri, güneş ve ay tutulması, kuyruklu yıldızların dünyamızı ziyaretleri, süper nova patlamaları, buzulların erime grafiği, bilimsel öngörüler, ölüm tarihleri, anma törenleri, bozunma yarı ömürleri: Zaman hesaplayıcılar! Zamanı bölüyorlar, insanda bir bütün olan zamanı elinden alıp parçalıyorlar.
Bunca teknoloji zaman kazandırma vaadiyle hayatımıza giriyor. Ama çelişkili bir durum söz konusu. Aylarca süren ipek yolu kervanının yolculuğu, hacıların kutsal yolculukları, Sahra çölünü bir kere geçmek için bile zamana vardı. Bir habercinin getireceği mektubu, yeterince hızlı gelirdi ve beklemek sorun değildi. Askerlik bir meslek olmadığında bile, iki-üç hatta dört yıl süren askerlik görevleri, normaldi. İnsanların ömürlerinde bu süreler yeterince uzun değildi. Dört yıllık bir vatani görevden döndükten sonra bile hala geri kalan yaşam uzundu. Ama artık bir yerden kalkıp başka bir yere gitmek zaman alıyor.
Hızlı trenlerle, cep telefonları ve uydu iletişim sistemleriyle, televizyonlarla, uçaklarla, gemilerle bulunmamız gereken yere ulaşıyoruz, ama her zaman ya geç kalıyoruz ya da orada yeterince kalacak zamanımız kalmıyor. Şehirleri ve kütüphaneleri dolaşarak, bilgeleri bulup önünde diz çökerek öğrendiğimiz bilgiler bir tık uzaklıkta buluyoruz. Ama bilgisayarı açmak için, hatta google arama sayfasını tıklayacak zaman yok. Bilgisayarlar yeterince hızlı açılmıyor, internet bağlantıları hız ihtiyacımızı karşılayacak kadar yeterince hızlı kurulmuyor, verileri işleyeceğimiz, verilere ulaşacağımız programlar hızlı çalışmıyor, her yandan bilgi bombardımanına maruz kalıyoruz ama zaman ayırıp bu bilgileri ayıklayamıyoruz.
Zamanın göreli olduğunu kabul ettiğimizden, her birimizin kendimize özel zamanı olduğundan beri kimsenin yeterince zamanı yok. Her şeyin ortak olduğu komünist devletlerde herkes kendi payına düşenden memnundu. Newton´un klasik dünyasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mutlaklığa sahipti ve herkese yetiyordu. En azından kimse zamandan şikâyet etmiyordu. Ne zaman ki Einstein geldi, ´zaman görelidir´ dedi. Kar ve zararın kendisine ait olduğunu fark ettiği andan itibaren ekonomik davranana insan, zamanı da ekonomik kullanma yoluna gidiyor.
Bilimlerin uzmanlık alanlarıyla parçaladığı varlık içinde insan, kendini bölümleyerek pay ediyor. İşine, eşine, kişisel gelişimine, kültürünü artırmaya, emekliliğine, sosyal yaşamına pay ediyor. Ve her biri zaman istiyor. Bölünmüş iş alanları, insanla birlikte zamanı da bölüyor. Zaman kazandıran her şey, insanı başka bir alana çekiyor. Bilgisayar başında geçirilen süre her geçen gün artıyor. İnsanlar bilgisayarlarla hayatlarını belki daha kolaylaştırıyorlar ancak yaşamlarını daha fazla ipotek ediyorlar. Kendilerini rehin veriyorlar, bütününü göremedikleri bir iş parçası için. Peki, nasıl oldu da bu hale geldi yaşam´
Zaman bilincine aşırı vurgunun kökenleri nerede´ Zaman bilincinin oluşmasında dinsel ritüeller etkili olmuş olmalı. Bir düşünelim: Kutsal günler: Örneğin Müslümanların cuması, Yahudilerin için cumartesi, Hıristiyanların pazarı. Ve Müslümanlarda olduğu gibi kandil geceleri´ Dua ve namaz vakitleri: Dakika dakika bölündü gün ve gece tanrısal bir istek tarafından. İş güç yokken bile tanrıya dua etme zamanı gelir ve uykudan uyanmamız gerekir dua zamanı geçemeden. Uyurken dua için uyanmanız gerekiyor. Güneşin doğuşundan batışına kadar ya da bir ay aynı şekilde hiçbir şey yememeliyiz.
Tüm dinler ve toplumlardaki bayramlar´ Oruç gibi ve haram aylar gibi, kutsal aylar´ Güneş ve ay tutulmaları´ Her biri kozmolojik ölçekte, güneş veya ay merkezli bir takvim oluşturmakta kullanıldı. İlkel insan kutsal görevleri nedeniyle Güneşi ve Ay gibi gök cisimlerini; Nil, Misisipi ve Ganj gibi nehirleri; volkanik patlamalar, depremler ve seller doğal olayları, gece ve gündüz gibi ardışıklıkları; doğum, ölüm [-örneğin çarmıha gerilme] ve göç [-örneğin hicret] gibi biyolojiye dayalı sosyal olaylar, zamanı belirlemek için kullanıldılar. Tanrı kendisinin unutulmasına izin vermiyor; sanki zamanın yarıp içine kendini koyuyor.
21. yüzyıl insanının gerçekten zamanla başı dertte. "Zamanım yok" sözü bir mazeret olmaktan nasıl çıktı´ Gerçekten ölecek zaman yok mu´ peki nasıl ölüyor insanlar öyleyse´
Dostumuzu, zamanımız olmadığı için akşam yemeğine davet edemiyoruz. Zamanımız yok çünkü. Çocuklarımızla ilgilenemiyoruz, gazete okuyamıyoruz, insanlarla tanışamıyoruz.
işimizi dahi yeterince profesyonel yapamıyoruz, yenilikleri takip edemiyoruz; çünkü zaman yok. Cenazelere iştirak edip, dostumuza karşı son görevimizi yerini getiremiyoruz; gala, sünnet, kutlama, düğün ve hatta mevlit gibi tüm törenlere ya katılamıyoruz ya da dar zamanlarda katılıyoruz; ve çabucak çıkıp uzaklaşıyoruz. Ama yeterince uzağa kaçamıyoruz. Çünkü yeterince uzaklaşacak zamanımız yok. Başka bir işin zaman talebiyle karşı karşıya kalıyoruz.
işi bırakıp ölüme gidemiyoruz, o da zaman istiyor. Ağız tadıyla ölemiyoruz. Hastane odalarında, zamanları olmadığı için bizimle ilgilenemeyen hemşire ve doktorlar gözetiminde ölüyoruz. Bakımevlerinde, evlatlarımız ve yakınlarımızdan uzakta, işe yaramaz bir halde ve kimsesiz ölüyoruz. Yanımızda olacak zamanı olanların, yapacak işleri güçleri var. İş yapacak gücümüz varken, genç veya olgun iken zamanımız yok. Hiç bir şey için yeterince zamanımız yok artık. Ne öldürmek için ne de ölmek için. Ne düşmanlık için ne de dostluk için. Şikâyet ve dileklerimizi sunamıyoruz, işimiz var ve her iş zaman istiyor. Hangi iş yapacağımıza karar vermek için düşünmeye, düşünmek içinse zamana ihtiyacımız var.
Zaman bizi özürlü yaptı. Modernizmin özürlüleştirdiği insanlar´ Zaman bilinci, zaman kavramı, planlama, beklenti, istek ve arzular´ Bunlar zamanı besliyor, zamanı hatırlatıyor, zamanı gerektiriyor. Her toplumsal etkinliğe katılım biletlerle ve zamanlı: uçakların uçuş tabloları, otobüslerin kalkış saatleri ve trenlerin varış dakikaları´ Nikâh günleri, akşam haberleri, güneş ve ay tutulması, kuyruklu yıldızların dünyamızı ziyaretleri, süper nova patlamaları, buzulların erime grafiği, bilimsel öngörüler, ölüm tarihleri, anma törenleri, bozunma yarı ömürleri: Zaman hesaplayıcılar! Zamanı bölüyorlar, insanda bir bütün olan zamanı elinden alıp parçalıyorlar.
Bunca teknoloji zaman kazandırma vaadiyle hayatımıza giriyor. Ama çelişkili bir durum söz konusu. Aylarca süren ipek yolu kervanının yolculuğu, hacıların kutsal yolculukları, Sahra çölünü bir kere geçmek için bile zamana vardı. Bir habercinin getireceği mektubu, yeterince hızlı gelirdi ve beklemek sorun değildi. Askerlik bir meslek olmadığında bile, iki-üç hatta dört yıl süren askerlik görevleri, normaldi. İnsanların ömürlerinde bu süreler yeterince uzun değildi. Dört yıllık bir vatani görevden döndükten sonra bile hala geri kalan yaşam uzundu. Ama artık bir yerden kalkıp başka bir yere gitmek zaman alıyor.
Hızlı trenlerle, cep telefonları ve uydu iletişim sistemleriyle, televizyonlarla, uçaklarla, gemilerle bulunmamız gereken yere ulaşıyoruz, ama her zaman ya geç kalıyoruz ya da orada yeterince kalacak zamanımız kalmıyor. Şehirleri ve kütüphaneleri dolaşarak, bilgeleri bulup önünde diz çökerek öğrendiğimiz bilgiler bir tık uzaklıkta buluyoruz. Ama bilgisayarı açmak için, hatta google arama sayfasını tıklayacak zaman yok. Bilgisayarlar yeterince hızlı açılmıyor, internet bağlantıları hız ihtiyacımızı karşılayacak kadar yeterince hızlı kurulmuyor, verileri işleyeceğimiz, verilere ulaşacağımız programlar hızlı çalışmıyor, her yandan bilgi bombardımanına maruz kalıyoruz ama zaman ayırıp bu bilgileri ayıklayamıyoruz.
Zamanın göreli olduğunu kabul ettiğimizden, her birimizin kendimize özel zamanı olduğundan beri kimsenin yeterince zamanı yok. Her şeyin ortak olduğu komünist devletlerde herkes kendi payına düşenden memnundu. Newton´un klasik dünyasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mutlaklığa sahipti ve herkese yetiyordu. En azından kimse zamandan şikâyet etmiyordu. Ne zaman ki Einstein geldi, ´zaman görelidir´ dedi. Kar ve zararın kendisine ait olduğunu fark ettiği andan itibaren ekonomik davranana insan, zamanı da ekonomik kullanma yoluna gidiyor.
Bilimlerin uzmanlık alanlarıyla parçaladığı varlık içinde insan, kendini bölümleyerek pay ediyor. İşine, eşine, kişisel gelişimine, kültürünü artırmaya, emekliliğine, sosyal yaşamına pay ediyor. Ve her biri zaman istiyor. Bölünmüş iş alanları, insanla birlikte zamanı da bölüyor. Zaman kazandıran her şey, insanı başka bir alana çekiyor. Bilgisayar başında geçirilen süre her geçen gün artıyor. İnsanlar bilgisayarlarla hayatlarını belki daha kolaylaştırıyorlar ancak yaşamlarını daha fazla ipotek ediyorlar. Kendilerini rehin veriyorlar, bütününü göremedikleri bir iş parçası için. Peki, nasıl oldu da bu hale geldi yaşam´
Zaman bilincine aşırı vurgunun kökenleri nerede´ Zaman bilincinin oluşmasında dinsel ritüeller etkili olmuş olmalı. Bir düşünelim: Kutsal günler: Örneğin Müslümanların cuması, Yahudilerin için cumartesi, Hıristiyanların pazarı. Ve Müslümanlarda olduğu gibi kandil geceleri´ Dua ve namaz vakitleri: Dakika dakika bölündü gün ve gece tanrısal bir istek tarafından. İş güç yokken bile tanrıya dua etme zamanı gelir ve uykudan uyanmamız gerekir dua zamanı geçemeden. Uyurken dua için uyanmanız gerekiyor. Güneşin doğuşundan batışına kadar ya da bir ay aynı şekilde hiçbir şey yememeliyiz.
Tüm dinler ve toplumlardaki bayramlar´ Oruç gibi ve haram aylar gibi, kutsal aylar´ Güneş ve ay tutulmaları´ Her biri kozmolojik ölçekte, güneş veya ay merkezli bir takvim oluşturmakta kullanıldı. İlkel insan kutsal görevleri nedeniyle Güneşi ve Ay gibi gök cisimlerini; Nil, Misisipi ve Ganj gibi nehirleri; volkanik patlamalar, depremler ve seller doğal olayları, gece ve gündüz gibi ardışıklıkları; doğum, ölüm [-örneğin çarmıha gerilme] ve göç [-örneğin hicret] gibi biyolojiye dayalı sosyal olaylar, zamanı belirlemek için kullanıldılar. Tanrı kendisinin unutulmasına izin vermiyor; sanki zamanın yarıp içine kendini koyuyor.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.