9786055819378
605028
https://www.turkishbooks.com/books/nerantzula-p605028.html
Nerantzula
4.224
Ünlü Romen yazarı Panait Istrati'nin Nerantzula adlı romanı, Faruk Ersöz'ün yeni ve yetkin çevirisiyle Türk okurlarına sunuldu. Nerantzula, insanın sandığından daha güçlü ve sanıldığından daha iyi bir varlık olduğunu anlatan bir roman.
John Fowles, Fransız ve Anglosakson edebiyatları arasında önemli bir ayrım olduğunu ileri sürer: Fransız yazarlar uluslararası bir okuyucu kitlesini, Anglosaksonlar ise ulusal bir okuyucu kitlesini benimsemişlerdir. Panait Istrati'nin yaşamöyküsüne baktığım zaman belleğimde Fowles'un bu cümlesi parıldadı. Çünkü Istrati, Rumen bir anne ve Rum bir babanın çocuğu olarak Romanya'da doğmuş olsa da eserlerini ancak ileri yaşlarda öğrendiği Fransızca ile yazar ve Romain Roland'dan da büyük bir destek görmüştür. Fransızca, Panait Istrati'ye Fowles'un işaret ettiği gibi uluslararası bir okur kitlesi de kazandırmıştır. Fransızcadan yoksun kalması Israti'yi nasıl etkilerdi, bunu bir çırpıda söylemek zor olsa da Fowles, Fransızca ve Fransız kültürü ile kurduğu ilişkiyi kendi açısından sorgularken şöyle der: Her ne kadar mükemmel olmasa da, Fransızca okuyamasaydım, Fransız kültürünü düzensiz bir şekilde de olsa tanımasaydım, kısmen de olsa doğasını, coğrafyasını bilmeseydim nasıl olurdum diye düşünüyorum bazen. Bunun yanıtını biliyorum. Şimdiki halimin yarısı kadar olurdum; zevkte yarım, görgüde yarım, gerçekte yarım. Bu da bize, Istrati'ye kabaca da olsa bakabileceğimiz bir mercek sunar.
Balkanların Gorki'si
Panait Istrati, birçok eseri dilimize kazandırılmış ve Türkiyeli okurun ilgisini çekmiş büyük bir yazar. Birçok yapıtında dönemin ruhunu incelikli gözlemlerle kaydetmiş Mihail, Angel Dayı, Kodin gibi ölümsüz karakterler var etmiştir. Edebiyatın birçok coğrafyada araçsallaştırıldığı, ideolojik olanın hizmetine sunulduğu zor zamanlarda Istrati, hikâyesi güçlü romanları kadar bu romanlarda yer alan kahramanlar ve karakterlerle de okurda kalıcı izler bırakmayı başarmıştır. Helikopter Yayınları, Faruk Ersöz'ün yeni ve yetkin çevirisiyle Istrati'nin önemi eserlerinden olan Nerantzula'yı okurla buluşturdu. Balkanların Gorki'si olarak ünlenmiş ve hayatının bir döneminde komünizme inanmış olan Istrati, kendi romancılık anlayışını şöyle özetler: İnsanlığın acılarını paylaştığımız, kendi olanaklarımızla bunu dile getirdiğimiz, bencilliğimizin neden olduğu kötülüklere karşı savaştığımız zaman, insan olmaya, sanatçı olmaya başlarız: Sanat bizim yetersizliğimize karşı açılmış bir savaştır. Istrati böylece bize söz konusu romanları değerlendirebileceğimiz ipuçları verir. Çünkü onun romanlarında âdemoğlunun içindeki insanıarayışı, temel bir çaba olarak gözlemleriz. Sanatçı, som kötülüğe kesmiş bir dünyada onu büyük devrimlerle değiştirecek kişi değildir ama yaptığı çok daha sessiz, derinden, esaslı bir müdahaleyle daha iyiye, daha güzele yönelik bir çaba içindedir. Roman yazmaya kırklı yaşlarda başlaması günümüz edebiyat normları açısından dezavantaj sayılabilecek olsa da bir başka büyük romancının şu sözünün Istrati için geçerli olduğunu söylemekte sanırım bir sakınca yok: Dünyayı ateşli içgüdülerinizle yaratamazsınız; bunu ancak sakin deneyimlerinizle yapabilirsiniz. Birçok romancının, kırk yaşına gelinceye kadar hiçbir şey üretememesinin ya da yapıtları kırkından sonra vermesinin esaslı nedeni budur.
Romanya'dan İstanbul'a
Romanın giriş bölümünde üst anlatıcı, Mısır'ın İskenderi'ye kentinin Ramla bölgesindeki bir gazinoda Marku adlı bir kişiyle karşılaşır. İlk bakışta birbirlerini anlayan, tanıyan iki kişinin karşılaşmasıdır bu. Daha sonra bütün anlatımı üstlenen Marku'nun söyleyecekleri, hikâyeyi de oluşturacaktır. Marku, üst anlatıcıya Nerantzula Fontidi'nin ya da nâmı diğer Saka Kızı'nın başından geçenleri anlatmaya başladığında artık yaşlı sayılabilecek bir adamdır. Hikâyeye, Nerantzula ile henüz 16 yaşındayken yaşadığı olayları anlatmakla başlar. Nerantzula, hayatın sillesini yiyecek olmasına rağmen yüreğinin paklığını hiçbir zaman yitirmeyecek kahramanlardandır. Bütün bunlara rağmen, geçmişinden ne kadar kaçarsa kaçsın, geride bıraktığını sandığı o kara bulutların gölgesi her defasında onun üzerine düşecektir. Annesinin hayatının kiri, pası Nerantzula'yı her adımında izleyecektir. O saf, temiz yüreğin çok çabuk kötülüğün içine düşmesi bundandır. Çünkü büyüklerin günahları çocukların nevrozlarıdır.
Marku'nun romanın başkahramanı Nerantzula'ya ilişkin anlattıkları çok açık değildir. Istrati, hayatının bazı bölümlerini özellikle okurdan sakınarak, sisli puslu bırakarak Nerantzula'yı karşımıza daha güçlü bir kahraman olarak çıkarır, ona yaşamının göründüğü taraflarından çok gizlediği taraflarıyla bir inandırıcılık, sahicilik kazandırır. Marku, Epaminondas ve Aurell'in sevdiği Nerantzula, hayatın dağdağasının içinden geçerken bu üç kahramana da yar olmayacaktır. Romanya'nın İbrail (Braila) kentinde başlayan ve İstanbul'da biten Nerantzula'nın hikâyesini İskenderiye'deki anlatıcıdan dinlerken Istrati, bizi farklı coğrafyalarda dolaştırır. Bazen özellikle - Tuna Nehri gibi - bu coğrafyaların romanın mekânı olmaktan çok birer kahraman gibi metni beslediğini söyleyebiliriz. Istrati'nin betimlemelerini okurken zaman zaman bir Yaşar Kemal romanı okuduğumuz yanılsamasını da yaşarız.
Nerantzula, insanın sandığından daha güçlü ve sanıldığından daha iyi bir varlık olduğunu anlatan bir roman. Istrati, Sanat yüreğimize merhem olur; hiçbir şey bu mutluluğu veremez yeryüzünde çünkü yaşama katlanmamın gönül yüceliğinden daha iyi bir yolu yoktur. Yazık ki bunun için dünyaya öyle gelmek gerek... derken Nerantzula özelinde neyi aradığını da imler.
Bazı romanlar ruha sinecek keskinliktedir; Nerantzula, etkisi kolay kolay geçmeyen, ruhta iz bırakan çarpıcı bir roman. Mehmet Tunç
John Fowles, Fransız ve Anglosakson edebiyatları arasında önemli bir ayrım olduğunu ileri sürer: Fransız yazarlar uluslararası bir okuyucu kitlesini, Anglosaksonlar ise ulusal bir okuyucu kitlesini benimsemişlerdir. Panait Istrati'nin yaşamöyküsüne baktığım zaman belleğimde Fowles'un bu cümlesi parıldadı. Çünkü Istrati, Rumen bir anne ve Rum bir babanın çocuğu olarak Romanya'da doğmuş olsa da eserlerini ancak ileri yaşlarda öğrendiği Fransızca ile yazar ve Romain Roland'dan da büyük bir destek görmüştür. Fransızca, Panait Istrati'ye Fowles'un işaret ettiği gibi uluslararası bir okur kitlesi de kazandırmıştır. Fransızcadan yoksun kalması Israti'yi nasıl etkilerdi, bunu bir çırpıda söylemek zor olsa da Fowles, Fransızca ve Fransız kültürü ile kurduğu ilişkiyi kendi açısından sorgularken şöyle der: Her ne kadar mükemmel olmasa da, Fransızca okuyamasaydım, Fransız kültürünü düzensiz bir şekilde de olsa tanımasaydım, kısmen de olsa doğasını, coğrafyasını bilmeseydim nasıl olurdum diye düşünüyorum bazen. Bunun yanıtını biliyorum. Şimdiki halimin yarısı kadar olurdum; zevkte yarım, görgüde yarım, gerçekte yarım. Bu da bize, Istrati'ye kabaca da olsa bakabileceğimiz bir mercek sunar.
Balkanların Gorki'si
Panait Istrati, birçok eseri dilimize kazandırılmış ve Türkiyeli okurun ilgisini çekmiş büyük bir yazar. Birçok yapıtında dönemin ruhunu incelikli gözlemlerle kaydetmiş Mihail, Angel Dayı, Kodin gibi ölümsüz karakterler var etmiştir. Edebiyatın birçok coğrafyada araçsallaştırıldığı, ideolojik olanın hizmetine sunulduğu zor zamanlarda Istrati, hikâyesi güçlü romanları kadar bu romanlarda yer alan kahramanlar ve karakterlerle de okurda kalıcı izler bırakmayı başarmıştır. Helikopter Yayınları, Faruk Ersöz'ün yeni ve yetkin çevirisiyle Istrati'nin önemi eserlerinden olan Nerantzula'yı okurla buluşturdu. Balkanların Gorki'si olarak ünlenmiş ve hayatının bir döneminde komünizme inanmış olan Istrati, kendi romancılık anlayışını şöyle özetler: İnsanlığın acılarını paylaştığımız, kendi olanaklarımızla bunu dile getirdiğimiz, bencilliğimizin neden olduğu kötülüklere karşı savaştığımız zaman, insan olmaya, sanatçı olmaya başlarız: Sanat bizim yetersizliğimize karşı açılmış bir savaştır. Istrati böylece bize söz konusu romanları değerlendirebileceğimiz ipuçları verir. Çünkü onun romanlarında âdemoğlunun içindeki insanıarayışı, temel bir çaba olarak gözlemleriz. Sanatçı, som kötülüğe kesmiş bir dünyada onu büyük devrimlerle değiştirecek kişi değildir ama yaptığı çok daha sessiz, derinden, esaslı bir müdahaleyle daha iyiye, daha güzele yönelik bir çaba içindedir. Roman yazmaya kırklı yaşlarda başlaması günümüz edebiyat normları açısından dezavantaj sayılabilecek olsa da bir başka büyük romancının şu sözünün Istrati için geçerli olduğunu söylemekte sanırım bir sakınca yok: Dünyayı ateşli içgüdülerinizle yaratamazsınız; bunu ancak sakin deneyimlerinizle yapabilirsiniz. Birçok romancının, kırk yaşına gelinceye kadar hiçbir şey üretememesinin ya da yapıtları kırkından sonra vermesinin esaslı nedeni budur.
Romanya'dan İstanbul'a
Romanın giriş bölümünde üst anlatıcı, Mısır'ın İskenderi'ye kentinin Ramla bölgesindeki bir gazinoda Marku adlı bir kişiyle karşılaşır. İlk bakışta birbirlerini anlayan, tanıyan iki kişinin karşılaşmasıdır bu. Daha sonra bütün anlatımı üstlenen Marku'nun söyleyecekleri, hikâyeyi de oluşturacaktır. Marku, üst anlatıcıya Nerantzula Fontidi'nin ya da nâmı diğer Saka Kızı'nın başından geçenleri anlatmaya başladığında artık yaşlı sayılabilecek bir adamdır. Hikâyeye, Nerantzula ile henüz 16 yaşındayken yaşadığı olayları anlatmakla başlar. Nerantzula, hayatın sillesini yiyecek olmasına rağmen yüreğinin paklığını hiçbir zaman yitirmeyecek kahramanlardandır. Bütün bunlara rağmen, geçmişinden ne kadar kaçarsa kaçsın, geride bıraktığını sandığı o kara bulutların gölgesi her defasında onun üzerine düşecektir. Annesinin hayatının kiri, pası Nerantzula'yı her adımında izleyecektir. O saf, temiz yüreğin çok çabuk kötülüğün içine düşmesi bundandır. Çünkü büyüklerin günahları çocukların nevrozlarıdır.
Marku'nun romanın başkahramanı Nerantzula'ya ilişkin anlattıkları çok açık değildir. Istrati, hayatının bazı bölümlerini özellikle okurdan sakınarak, sisli puslu bırakarak Nerantzula'yı karşımıza daha güçlü bir kahraman olarak çıkarır, ona yaşamının göründüğü taraflarından çok gizlediği taraflarıyla bir inandırıcılık, sahicilik kazandırır. Marku, Epaminondas ve Aurell'in sevdiği Nerantzula, hayatın dağdağasının içinden geçerken bu üç kahramana da yar olmayacaktır. Romanya'nın İbrail (Braila) kentinde başlayan ve İstanbul'da biten Nerantzula'nın hikâyesini İskenderiye'deki anlatıcıdan dinlerken Istrati, bizi farklı coğrafyalarda dolaştırır. Bazen özellikle - Tuna Nehri gibi - bu coğrafyaların romanın mekânı olmaktan çok birer kahraman gibi metni beslediğini söyleyebiliriz. Istrati'nin betimlemelerini okurken zaman zaman bir Yaşar Kemal romanı okuduğumuz yanılsamasını da yaşarız.
Nerantzula, insanın sandığından daha güçlü ve sanıldığından daha iyi bir varlık olduğunu anlatan bir roman. Istrati, Sanat yüreğimize merhem olur; hiçbir şey bu mutluluğu veremez yeryüzünde çünkü yaşama katlanmamın gönül yüceliğinden daha iyi bir yolu yoktur. Yazık ki bunun için dünyaya öyle gelmek gerek... derken Nerantzula özelinde neyi aradığını da imler.
Bazı romanlar ruha sinecek keskinliktedir; Nerantzula, etkisi kolay kolay geçmeyen, ruhta iz bırakan çarpıcı bir roman. Mehmet Tunç
Ünlü Romen yazarı Panait Istrati'nin Nerantzula adlı romanı, Faruk Ersöz'ün yeni ve yetkin çevirisiyle Türk okurlarına sunuldu. Nerantzula, insanın sandığından daha güçlü ve sanıldığından daha iyi bir varlık olduğunu anlatan bir roman.
John Fowles, Fransız ve Anglosakson edebiyatları arasında önemli bir ayrım olduğunu ileri sürer: Fransız yazarlar uluslararası bir okuyucu kitlesini, Anglosaksonlar ise ulusal bir okuyucu kitlesini benimsemişlerdir. Panait Istrati'nin yaşamöyküsüne baktığım zaman belleğimde Fowles'un bu cümlesi parıldadı. Çünkü Istrati, Rumen bir anne ve Rum bir babanın çocuğu olarak Romanya'da doğmuş olsa da eserlerini ancak ileri yaşlarda öğrendiği Fransızca ile yazar ve Romain Roland'dan da büyük bir destek görmüştür. Fransızca, Panait Istrati'ye Fowles'un işaret ettiği gibi uluslararası bir okur kitlesi de kazandırmıştır. Fransızcadan yoksun kalması Israti'yi nasıl etkilerdi, bunu bir çırpıda söylemek zor olsa da Fowles, Fransızca ve Fransız kültürü ile kurduğu ilişkiyi kendi açısından sorgularken şöyle der: Her ne kadar mükemmel olmasa da, Fransızca okuyamasaydım, Fransız kültürünü düzensiz bir şekilde de olsa tanımasaydım, kısmen de olsa doğasını, coğrafyasını bilmeseydim nasıl olurdum diye düşünüyorum bazen. Bunun yanıtını biliyorum. Şimdiki halimin yarısı kadar olurdum; zevkte yarım, görgüde yarım, gerçekte yarım. Bu da bize, Istrati'ye kabaca da olsa bakabileceğimiz bir mercek sunar.
Balkanların Gorki'si
Panait Istrati, birçok eseri dilimize kazandırılmış ve Türkiyeli okurun ilgisini çekmiş büyük bir yazar. Birçok yapıtında dönemin ruhunu incelikli gözlemlerle kaydetmiş Mihail, Angel Dayı, Kodin gibi ölümsüz karakterler var etmiştir. Edebiyatın birçok coğrafyada araçsallaştırıldığı, ideolojik olanın hizmetine sunulduğu zor zamanlarda Istrati, hikâyesi güçlü romanları kadar bu romanlarda yer alan kahramanlar ve karakterlerle de okurda kalıcı izler bırakmayı başarmıştır. Helikopter Yayınları, Faruk Ersöz'ün yeni ve yetkin çevirisiyle Istrati'nin önemi eserlerinden olan Nerantzula'yı okurla buluşturdu. Balkanların Gorki'si olarak ünlenmiş ve hayatının bir döneminde komünizme inanmış olan Istrati, kendi romancılık anlayışını şöyle özetler: İnsanlığın acılarını paylaştığımız, kendi olanaklarımızla bunu dile getirdiğimiz, bencilliğimizin neden olduğu kötülüklere karşı savaştığımız zaman, insan olmaya, sanatçı olmaya başlarız: Sanat bizim yetersizliğimize karşı açılmış bir savaştır. Istrati böylece bize söz konusu romanları değerlendirebileceğimiz ipuçları verir. Çünkü onun romanlarında âdemoğlunun içindeki insanıarayışı, temel bir çaba olarak gözlemleriz. Sanatçı, som kötülüğe kesmiş bir dünyada onu büyük devrimlerle değiştirecek kişi değildir ama yaptığı çok daha sessiz, derinden, esaslı bir müdahaleyle daha iyiye, daha güzele yönelik bir çaba içindedir. Roman yazmaya kırklı yaşlarda başlaması günümüz edebiyat normları açısından dezavantaj sayılabilecek olsa da bir başka büyük romancının şu sözünün Istrati için geçerli olduğunu söylemekte sanırım bir sakınca yok: Dünyayı ateşli içgüdülerinizle yaratamazsınız; bunu ancak sakin deneyimlerinizle yapabilirsiniz. Birçok romancının, kırk yaşına gelinceye kadar hiçbir şey üretememesinin ya da yapıtları kırkından sonra vermesinin esaslı nedeni budur.
Romanya'dan İstanbul'a
Romanın giriş bölümünde üst anlatıcı, Mısır'ın İskenderi'ye kentinin Ramla bölgesindeki bir gazinoda Marku adlı bir kişiyle karşılaşır. İlk bakışta birbirlerini anlayan, tanıyan iki kişinin karşılaşmasıdır bu. Daha sonra bütün anlatımı üstlenen Marku'nun söyleyecekleri, hikâyeyi de oluşturacaktır. Marku, üst anlatıcıya Nerantzula Fontidi'nin ya da nâmı diğer Saka Kızı'nın başından geçenleri anlatmaya başladığında artık yaşlı sayılabilecek bir adamdır. Hikâyeye, Nerantzula ile henüz 16 yaşındayken yaşadığı olayları anlatmakla başlar. Nerantzula, hayatın sillesini yiyecek olmasına rağmen yüreğinin paklığını hiçbir zaman yitirmeyecek kahramanlardandır. Bütün bunlara rağmen, geçmişinden ne kadar kaçarsa kaçsın, geride bıraktığını sandığı o kara bulutların gölgesi her defasında onun üzerine düşecektir. Annesinin hayatının kiri, pası Nerantzula'yı her adımında izleyecektir. O saf, temiz yüreğin çok çabuk kötülüğün içine düşmesi bundandır. Çünkü büyüklerin günahları çocukların nevrozlarıdır.
Marku'nun romanın başkahramanı Nerantzula'ya ilişkin anlattıkları çok açık değildir. Istrati, hayatının bazı bölümlerini özellikle okurdan sakınarak, sisli puslu bırakarak Nerantzula'yı karşımıza daha güçlü bir kahraman olarak çıkarır, ona yaşamının göründüğü taraflarından çok gizlediği taraflarıyla bir inandırıcılık, sahicilik kazandırır. Marku, Epaminondas ve Aurell'in sevdiği Nerantzula, hayatın dağdağasının içinden geçerken bu üç kahramana da yar olmayacaktır. Romanya'nın İbrail (Braila) kentinde başlayan ve İstanbul'da biten Nerantzula'nın hikâyesini İskenderiye'deki anlatıcıdan dinlerken Istrati, bizi farklı coğrafyalarda dolaştırır. Bazen özellikle - Tuna Nehri gibi - bu coğrafyaların romanın mekânı olmaktan çok birer kahraman gibi metni beslediğini söyleyebiliriz. Istrati'nin betimlemelerini okurken zaman zaman bir Yaşar Kemal romanı okuduğumuz yanılsamasını da yaşarız.
Nerantzula, insanın sandığından daha güçlü ve sanıldığından daha iyi bir varlık olduğunu anlatan bir roman. Istrati, Sanat yüreğimize merhem olur; hiçbir şey bu mutluluğu veremez yeryüzünde çünkü yaşama katlanmamın gönül yüceliğinden daha iyi bir yolu yoktur. Yazık ki bunun için dünyaya öyle gelmek gerek... derken Nerantzula özelinde neyi aradığını da imler.
Bazı romanlar ruha sinecek keskinliktedir; Nerantzula, etkisi kolay kolay geçmeyen, ruhta iz bırakan çarpıcı bir roman. Mehmet Tunç
John Fowles, Fransız ve Anglosakson edebiyatları arasında önemli bir ayrım olduğunu ileri sürer: Fransız yazarlar uluslararası bir okuyucu kitlesini, Anglosaksonlar ise ulusal bir okuyucu kitlesini benimsemişlerdir. Panait Istrati'nin yaşamöyküsüne baktığım zaman belleğimde Fowles'un bu cümlesi parıldadı. Çünkü Istrati, Rumen bir anne ve Rum bir babanın çocuğu olarak Romanya'da doğmuş olsa da eserlerini ancak ileri yaşlarda öğrendiği Fransızca ile yazar ve Romain Roland'dan da büyük bir destek görmüştür. Fransızca, Panait Istrati'ye Fowles'un işaret ettiği gibi uluslararası bir okur kitlesi de kazandırmıştır. Fransızcadan yoksun kalması Israti'yi nasıl etkilerdi, bunu bir çırpıda söylemek zor olsa da Fowles, Fransızca ve Fransız kültürü ile kurduğu ilişkiyi kendi açısından sorgularken şöyle der: Her ne kadar mükemmel olmasa da, Fransızca okuyamasaydım, Fransız kültürünü düzensiz bir şekilde de olsa tanımasaydım, kısmen de olsa doğasını, coğrafyasını bilmeseydim nasıl olurdum diye düşünüyorum bazen. Bunun yanıtını biliyorum. Şimdiki halimin yarısı kadar olurdum; zevkte yarım, görgüde yarım, gerçekte yarım. Bu da bize, Istrati'ye kabaca da olsa bakabileceğimiz bir mercek sunar.
Balkanların Gorki'si
Panait Istrati, birçok eseri dilimize kazandırılmış ve Türkiyeli okurun ilgisini çekmiş büyük bir yazar. Birçok yapıtında dönemin ruhunu incelikli gözlemlerle kaydetmiş Mihail, Angel Dayı, Kodin gibi ölümsüz karakterler var etmiştir. Edebiyatın birçok coğrafyada araçsallaştırıldığı, ideolojik olanın hizmetine sunulduğu zor zamanlarda Istrati, hikâyesi güçlü romanları kadar bu romanlarda yer alan kahramanlar ve karakterlerle de okurda kalıcı izler bırakmayı başarmıştır. Helikopter Yayınları, Faruk Ersöz'ün yeni ve yetkin çevirisiyle Istrati'nin önemi eserlerinden olan Nerantzula'yı okurla buluşturdu. Balkanların Gorki'si olarak ünlenmiş ve hayatının bir döneminde komünizme inanmış olan Istrati, kendi romancılık anlayışını şöyle özetler: İnsanlığın acılarını paylaştığımız, kendi olanaklarımızla bunu dile getirdiğimiz, bencilliğimizin neden olduğu kötülüklere karşı savaştığımız zaman, insan olmaya, sanatçı olmaya başlarız: Sanat bizim yetersizliğimize karşı açılmış bir savaştır. Istrati böylece bize söz konusu romanları değerlendirebileceğimiz ipuçları verir. Çünkü onun romanlarında âdemoğlunun içindeki insanıarayışı, temel bir çaba olarak gözlemleriz. Sanatçı, som kötülüğe kesmiş bir dünyada onu büyük devrimlerle değiştirecek kişi değildir ama yaptığı çok daha sessiz, derinden, esaslı bir müdahaleyle daha iyiye, daha güzele yönelik bir çaba içindedir. Roman yazmaya kırklı yaşlarda başlaması günümüz edebiyat normları açısından dezavantaj sayılabilecek olsa da bir başka büyük romancının şu sözünün Istrati için geçerli olduğunu söylemekte sanırım bir sakınca yok: Dünyayı ateşli içgüdülerinizle yaratamazsınız; bunu ancak sakin deneyimlerinizle yapabilirsiniz. Birçok romancının, kırk yaşına gelinceye kadar hiçbir şey üretememesinin ya da yapıtları kırkından sonra vermesinin esaslı nedeni budur.
Romanya'dan İstanbul'a
Romanın giriş bölümünde üst anlatıcı, Mısır'ın İskenderi'ye kentinin Ramla bölgesindeki bir gazinoda Marku adlı bir kişiyle karşılaşır. İlk bakışta birbirlerini anlayan, tanıyan iki kişinin karşılaşmasıdır bu. Daha sonra bütün anlatımı üstlenen Marku'nun söyleyecekleri, hikâyeyi de oluşturacaktır. Marku, üst anlatıcıya Nerantzula Fontidi'nin ya da nâmı diğer Saka Kızı'nın başından geçenleri anlatmaya başladığında artık yaşlı sayılabilecek bir adamdır. Hikâyeye, Nerantzula ile henüz 16 yaşındayken yaşadığı olayları anlatmakla başlar. Nerantzula, hayatın sillesini yiyecek olmasına rağmen yüreğinin paklığını hiçbir zaman yitirmeyecek kahramanlardandır. Bütün bunlara rağmen, geçmişinden ne kadar kaçarsa kaçsın, geride bıraktığını sandığı o kara bulutların gölgesi her defasında onun üzerine düşecektir. Annesinin hayatının kiri, pası Nerantzula'yı her adımında izleyecektir. O saf, temiz yüreğin çok çabuk kötülüğün içine düşmesi bundandır. Çünkü büyüklerin günahları çocukların nevrozlarıdır.
Marku'nun romanın başkahramanı Nerantzula'ya ilişkin anlattıkları çok açık değildir. Istrati, hayatının bazı bölümlerini özellikle okurdan sakınarak, sisli puslu bırakarak Nerantzula'yı karşımıza daha güçlü bir kahraman olarak çıkarır, ona yaşamının göründüğü taraflarından çok gizlediği taraflarıyla bir inandırıcılık, sahicilik kazandırır. Marku, Epaminondas ve Aurell'in sevdiği Nerantzula, hayatın dağdağasının içinden geçerken bu üç kahramana da yar olmayacaktır. Romanya'nın İbrail (Braila) kentinde başlayan ve İstanbul'da biten Nerantzula'nın hikâyesini İskenderiye'deki anlatıcıdan dinlerken Istrati, bizi farklı coğrafyalarda dolaştırır. Bazen özellikle - Tuna Nehri gibi - bu coğrafyaların romanın mekânı olmaktan çok birer kahraman gibi metni beslediğini söyleyebiliriz. Istrati'nin betimlemelerini okurken zaman zaman bir Yaşar Kemal romanı okuduğumuz yanılsamasını da yaşarız.
Nerantzula, insanın sandığından daha güçlü ve sanıldığından daha iyi bir varlık olduğunu anlatan bir roman. Istrati, Sanat yüreğimize merhem olur; hiçbir şey bu mutluluğu veremez yeryüzünde çünkü yaşama katlanmamın gönül yüceliğinden daha iyi bir yolu yoktur. Yazık ki bunun için dünyaya öyle gelmek gerek... derken Nerantzula özelinde neyi aradığını da imler.
Bazı romanlar ruha sinecek keskinliktedir; Nerantzula, etkisi kolay kolay geçmeyen, ruhta iz bırakan çarpıcı bir roman. Mehmet Tunç
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.