9786057547750
513370
https://www.turkishbooks.com/books/mahremiyetinin-tahribi-p513370.html
Mahremiyetinin Tahribi Türk Romanında Çok Evlilik ve Metres (1870-1923)
12.48
Romanın Türk edebiyatında tanınmaya başladığı yıllar, Osmanlı Devleti'nin dağılma dönemine rastlar. Böyle
dönemlerde devlet beka mücadelesi verirken mensupları kendi gelecekleri için endişeli bir bekleyişe dururlar.
Bu bekleyiş üretimin bitişi anlamına geldiği için bir durağanlığı da ifade eder. Yıkılış psikolojisi, geri kalmışlık
ezikliği yabancı kültürlere karşı bireyi ve devleti dirençsiz hâle getirir. Bu, öz kültürüne karşı güvenin
zedelenmesi neticesini doğurur. Sonuçta dış etki en derin bir şekilde hissedilir.
Bilindiği gibi roman önce çeviriler yoluyla Türk okuyucusuyla tanışır. Taklit sadece yapısal olarak romanın
unsurlarının alınması şeklinde görülmez. Aynı zamanda konu ve temaların da olduğu gibi alınmasına ve öyle
işlenmesine sebep olur. Aldatma gibi Osmanlı-İslam ahlakının kabul edemeyeceği bir meselenin romanlarımızda
görülmesi Batı romanından gelen, özellikle Fransız romanı, tematik etkinin işaretidir. Esasen roman, toplumun
ve bireyin eğitimi noktasında çok etkili işlev görecekken, Tanzimat romancıları bunu fark eder, doğru kanalize
edilememesiyle birlikte ilk dönem romancılarının başat konusu olan yanlış Batılılaşmaya yönelir. Bu yönelişle
birlikte Osmanlı toplumu için yabancı olan veya çok küçük bir kesimin yaşam alanında bulunan eğlence hayatı,
metres ve aldatma gibi konular kamuoyunda gündeme gelir. Yerli hayatın yansıması olan romanlardan ziyade,
topluma yeni ve yabancı bir hayatı dayatan romanlar egemenlik alanlarını genişletir.
Türk romanının tam anlamıyla yerli hayatın bir yansıması olduğunu söylemek, romanın ana vatanı olan
Avrupa'daki gelişimine çok benzemeyen bir süreç olduğu için, zordur. Osmanlı-Türk toplumunda aile
kurumunda mahremiyet ilkesi egemendir. Dışa kapalı içe açık bir yapı olan ailede kuşkusuz aşk, kıskançlık,
aldatma ve kavga gibi hususlar olması normaldir. Osmanlı toplumunda aile içinde yaşanan bu tür olayların dışa
aksetmesi haremlik selamlık uygulaması nedeniyle neredeyse imkânsızdır. Romancılar aile mahremiyetine
değişik yollarla girerek bu katı yapıyı kırmaya çalışırlar. Bunda yukarıda da ifade edildiği gibi romanın
yapısal/teknik unsurlarıyla içerik unsurlarının ayrılamaması etkilidir.
dönemlerde devlet beka mücadelesi verirken mensupları kendi gelecekleri için endişeli bir bekleyişe dururlar.
Bu bekleyiş üretimin bitişi anlamına geldiği için bir durağanlığı da ifade eder. Yıkılış psikolojisi, geri kalmışlık
ezikliği yabancı kültürlere karşı bireyi ve devleti dirençsiz hâle getirir. Bu, öz kültürüne karşı güvenin
zedelenmesi neticesini doğurur. Sonuçta dış etki en derin bir şekilde hissedilir.
Bilindiği gibi roman önce çeviriler yoluyla Türk okuyucusuyla tanışır. Taklit sadece yapısal olarak romanın
unsurlarının alınması şeklinde görülmez. Aynı zamanda konu ve temaların da olduğu gibi alınmasına ve öyle
işlenmesine sebep olur. Aldatma gibi Osmanlı-İslam ahlakının kabul edemeyeceği bir meselenin romanlarımızda
görülmesi Batı romanından gelen, özellikle Fransız romanı, tematik etkinin işaretidir. Esasen roman, toplumun
ve bireyin eğitimi noktasında çok etkili işlev görecekken, Tanzimat romancıları bunu fark eder, doğru kanalize
edilememesiyle birlikte ilk dönem romancılarının başat konusu olan yanlış Batılılaşmaya yönelir. Bu yönelişle
birlikte Osmanlı toplumu için yabancı olan veya çok küçük bir kesimin yaşam alanında bulunan eğlence hayatı,
metres ve aldatma gibi konular kamuoyunda gündeme gelir. Yerli hayatın yansıması olan romanlardan ziyade,
topluma yeni ve yabancı bir hayatı dayatan romanlar egemenlik alanlarını genişletir.
Türk romanının tam anlamıyla yerli hayatın bir yansıması olduğunu söylemek, romanın ana vatanı olan
Avrupa'daki gelişimine çok benzemeyen bir süreç olduğu için, zordur. Osmanlı-Türk toplumunda aile
kurumunda mahremiyet ilkesi egemendir. Dışa kapalı içe açık bir yapı olan ailede kuşkusuz aşk, kıskançlık,
aldatma ve kavga gibi hususlar olması normaldir. Osmanlı toplumunda aile içinde yaşanan bu tür olayların dışa
aksetmesi haremlik selamlık uygulaması nedeniyle neredeyse imkânsızdır. Romancılar aile mahremiyetine
değişik yollarla girerek bu katı yapıyı kırmaya çalışırlar. Bunda yukarıda da ifade edildiği gibi romanın
yapısal/teknik unsurlarıyla içerik unsurlarının ayrılamaması etkilidir.
Romanın Türk edebiyatında tanınmaya başladığı yıllar, Osmanlı Devleti'nin dağılma dönemine rastlar. Böyle
dönemlerde devlet beka mücadelesi verirken mensupları kendi gelecekleri için endişeli bir bekleyişe dururlar.
Bu bekleyiş üretimin bitişi anlamına geldiği için bir durağanlığı da ifade eder. Yıkılış psikolojisi, geri kalmışlık
ezikliği yabancı kültürlere karşı bireyi ve devleti dirençsiz hâle getirir. Bu, öz kültürüne karşı güvenin
zedelenmesi neticesini doğurur. Sonuçta dış etki en derin bir şekilde hissedilir.
Bilindiği gibi roman önce çeviriler yoluyla Türk okuyucusuyla tanışır. Taklit sadece yapısal olarak romanın
unsurlarının alınması şeklinde görülmez. Aynı zamanda konu ve temaların da olduğu gibi alınmasına ve öyle
işlenmesine sebep olur. Aldatma gibi Osmanlı-İslam ahlakının kabul edemeyeceği bir meselenin romanlarımızda
görülmesi Batı romanından gelen, özellikle Fransız romanı, tematik etkinin işaretidir. Esasen roman, toplumun
ve bireyin eğitimi noktasında çok etkili işlev görecekken, Tanzimat romancıları bunu fark eder, doğru kanalize
edilememesiyle birlikte ilk dönem romancılarının başat konusu olan yanlış Batılılaşmaya yönelir. Bu yönelişle
birlikte Osmanlı toplumu için yabancı olan veya çok küçük bir kesimin yaşam alanında bulunan eğlence hayatı,
metres ve aldatma gibi konular kamuoyunda gündeme gelir. Yerli hayatın yansıması olan romanlardan ziyade,
topluma yeni ve yabancı bir hayatı dayatan romanlar egemenlik alanlarını genişletir.
Türk romanının tam anlamıyla yerli hayatın bir yansıması olduğunu söylemek, romanın ana vatanı olan
Avrupa'daki gelişimine çok benzemeyen bir süreç olduğu için, zordur. Osmanlı-Türk toplumunda aile
kurumunda mahremiyet ilkesi egemendir. Dışa kapalı içe açık bir yapı olan ailede kuşkusuz aşk, kıskançlık,
aldatma ve kavga gibi hususlar olması normaldir. Osmanlı toplumunda aile içinde yaşanan bu tür olayların dışa
aksetmesi haremlik selamlık uygulaması nedeniyle neredeyse imkânsızdır. Romancılar aile mahremiyetine
değişik yollarla girerek bu katı yapıyı kırmaya çalışırlar. Bunda yukarıda da ifade edildiği gibi romanın
yapısal/teknik unsurlarıyla içerik unsurlarının ayrılamaması etkilidir.
dönemlerde devlet beka mücadelesi verirken mensupları kendi gelecekleri için endişeli bir bekleyişe dururlar.
Bu bekleyiş üretimin bitişi anlamına geldiği için bir durağanlığı da ifade eder. Yıkılış psikolojisi, geri kalmışlık
ezikliği yabancı kültürlere karşı bireyi ve devleti dirençsiz hâle getirir. Bu, öz kültürüne karşı güvenin
zedelenmesi neticesini doğurur. Sonuçta dış etki en derin bir şekilde hissedilir.
Bilindiği gibi roman önce çeviriler yoluyla Türk okuyucusuyla tanışır. Taklit sadece yapısal olarak romanın
unsurlarının alınması şeklinde görülmez. Aynı zamanda konu ve temaların da olduğu gibi alınmasına ve öyle
işlenmesine sebep olur. Aldatma gibi Osmanlı-İslam ahlakının kabul edemeyeceği bir meselenin romanlarımızda
görülmesi Batı romanından gelen, özellikle Fransız romanı, tematik etkinin işaretidir. Esasen roman, toplumun
ve bireyin eğitimi noktasında çok etkili işlev görecekken, Tanzimat romancıları bunu fark eder, doğru kanalize
edilememesiyle birlikte ilk dönem romancılarının başat konusu olan yanlış Batılılaşmaya yönelir. Bu yönelişle
birlikte Osmanlı toplumu için yabancı olan veya çok küçük bir kesimin yaşam alanında bulunan eğlence hayatı,
metres ve aldatma gibi konular kamuoyunda gündeme gelir. Yerli hayatın yansıması olan romanlardan ziyade,
topluma yeni ve yabancı bir hayatı dayatan romanlar egemenlik alanlarını genişletir.
Türk romanının tam anlamıyla yerli hayatın bir yansıması olduğunu söylemek, romanın ana vatanı olan
Avrupa'daki gelişimine çok benzemeyen bir süreç olduğu için, zordur. Osmanlı-Türk toplumunda aile
kurumunda mahremiyet ilkesi egemendir. Dışa kapalı içe açık bir yapı olan ailede kuşkusuz aşk, kıskançlık,
aldatma ve kavga gibi hususlar olması normaldir. Osmanlı toplumunda aile içinde yaşanan bu tür olayların dışa
aksetmesi haremlik selamlık uygulaması nedeniyle neredeyse imkânsızdır. Romancılar aile mahremiyetine
değişik yollarla girerek bu katı yapıyı kırmaya çalışırlar. Bunda yukarıda da ifade edildiği gibi romanın
yapısal/teknik unsurlarıyla içerik unsurlarının ayrılamaması etkilidir.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.