9786050834321
510791
https://www.turkishbooks.com/books/kisa-hitler-imparatorlugu-p510791.html
Kısa Hitler İmparatorluğu
15.6
Yıl 1918 Tarihin en kanlı çarpışmalarına sahne olan Büyük Savaş nihayet bitmiştir.
Kırk milyon insan ölmüş, ülkeler viran olmuş, haritalar değişmiştir. Galiplere
tükenmişlikle karışık bir sevinç, mağluplaraysa korkuyla karışık bir keder hâkimdir.
Ancak hem galiplerin bir kısmının hem de mağluplardan birinin paylaştığı ortak bir
duygu daha vardır: Öfke!
İngiltere ve Fransa öfkelidir zira zafer için ağır bir fatura ödemişlerdir.
Cezalandırmak, dahası canına okumak için ağır şartlar içeren Versay Barış
Antlaşması'yla Almanya'nın boğazına yapışırlar. Yenilginin şokuyla zaten ağır bir
öfke nöbeti geçiren Almanlar, kendilerini açlığa ve ondan da büyük bir zillete mahkûm
eden bu antlaşmayla iyice deliye dönmüştür. "Onlar büyük tarihi geçmişi olan şanlı bir
ulustur; nasıl olur da yenilirlerdi, nasıl olur da elleri kolları böylesine acımasızca
budanırdı? Dünyayı işgale kalkmışken, nasıl olur da ülkeleri işgal edilirdi? Yenilgi bir
yana, nasıl olur da sokak hayvanlarını yiyecek kadar açlığa mahkûm edilirlerdi?"
Aynaya bakmaksızın suçlu ararlar: Kim, hangi hainler onları bu duruma düşürmüştür?
Açlık, çaresizlik ve yenilginin travmasıyla at başı giden utanç, milyonların
üzerine kâbus gibi çökmüş; Almanya, çölde vaha ararcasına, makus talihini değiştirecek bir kahraman arayışına çıkmıştır. Çok geçmeden adaylardan biri aradan
sıyrılır. Adı Adolf'tur. Kişiliği otoriteyle biçimlenmiş, hayata dair hayalleri yarım
kalmış, türlü kompleksin esiri olmuş ve savaşın getirdiği yenilgiyi hazmedememiş bir
savaş gazisidir. "Şanlı tarih" ile karnını doyurmakta, "askerlik" ile nefes almakta, ağzı
da iyi laf yapmaktadır. Adeta o günün Almanya'sı, onun şahsında ete kemiğe
bürünmüştür...
"Düşün peşime, bizi bu duruma düşürenleri biliyorum, önce onların sonra da
dünyanın canına okuyacağız; Büyük Almanya'yı kuracağız!" der Adolf.
Ruhu, bedeni ve zihni yaralı bir ulusun, ruhu, bedeni ve zihni hastalıklı bir
insanın liderliğinde dünyayı kasıp kavuracak utanç yürüyüşü, işte böyle başlar...
Kırk milyon insan ölmüş, ülkeler viran olmuş, haritalar değişmiştir. Galiplere
tükenmişlikle karışık bir sevinç, mağluplaraysa korkuyla karışık bir keder hâkimdir.
Ancak hem galiplerin bir kısmının hem de mağluplardan birinin paylaştığı ortak bir
duygu daha vardır: Öfke!
İngiltere ve Fransa öfkelidir zira zafer için ağır bir fatura ödemişlerdir.
Cezalandırmak, dahası canına okumak için ağır şartlar içeren Versay Barış
Antlaşması'yla Almanya'nın boğazına yapışırlar. Yenilginin şokuyla zaten ağır bir
öfke nöbeti geçiren Almanlar, kendilerini açlığa ve ondan da büyük bir zillete mahkûm
eden bu antlaşmayla iyice deliye dönmüştür. "Onlar büyük tarihi geçmişi olan şanlı bir
ulustur; nasıl olur da yenilirlerdi, nasıl olur da elleri kolları böylesine acımasızca
budanırdı? Dünyayı işgale kalkmışken, nasıl olur da ülkeleri işgal edilirdi? Yenilgi bir
yana, nasıl olur da sokak hayvanlarını yiyecek kadar açlığa mahkûm edilirlerdi?"
Aynaya bakmaksızın suçlu ararlar: Kim, hangi hainler onları bu duruma düşürmüştür?
Açlık, çaresizlik ve yenilginin travmasıyla at başı giden utanç, milyonların
üzerine kâbus gibi çökmüş; Almanya, çölde vaha ararcasına, makus talihini değiştirecek bir kahraman arayışına çıkmıştır. Çok geçmeden adaylardan biri aradan
sıyrılır. Adı Adolf'tur. Kişiliği otoriteyle biçimlenmiş, hayata dair hayalleri yarım
kalmış, türlü kompleksin esiri olmuş ve savaşın getirdiği yenilgiyi hazmedememiş bir
savaş gazisidir. "Şanlı tarih" ile karnını doyurmakta, "askerlik" ile nefes almakta, ağzı
da iyi laf yapmaktadır. Adeta o günün Almanya'sı, onun şahsında ete kemiğe
bürünmüştür...
"Düşün peşime, bizi bu duruma düşürenleri biliyorum, önce onların sonra da
dünyanın canına okuyacağız; Büyük Almanya'yı kuracağız!" der Adolf.
Ruhu, bedeni ve zihni yaralı bir ulusun, ruhu, bedeni ve zihni hastalıklı bir
insanın liderliğinde dünyayı kasıp kavuracak utanç yürüyüşü, işte böyle başlar...
Yıl 1918 Tarihin en kanlı çarpışmalarına sahne olan Büyük Savaş nihayet bitmiştir.
Kırk milyon insan ölmüş, ülkeler viran olmuş, haritalar değişmiştir. Galiplere
tükenmişlikle karışık bir sevinç, mağluplaraysa korkuyla karışık bir keder hâkimdir.
Ancak hem galiplerin bir kısmının hem de mağluplardan birinin paylaştığı ortak bir
duygu daha vardır: Öfke!
İngiltere ve Fransa öfkelidir zira zafer için ağır bir fatura ödemişlerdir.
Cezalandırmak, dahası canına okumak için ağır şartlar içeren Versay Barış
Antlaşması'yla Almanya'nın boğazına yapışırlar. Yenilginin şokuyla zaten ağır bir
öfke nöbeti geçiren Almanlar, kendilerini açlığa ve ondan da büyük bir zillete mahkûm
eden bu antlaşmayla iyice deliye dönmüştür. "Onlar büyük tarihi geçmişi olan şanlı bir
ulustur; nasıl olur da yenilirlerdi, nasıl olur da elleri kolları böylesine acımasızca
budanırdı? Dünyayı işgale kalkmışken, nasıl olur da ülkeleri işgal edilirdi? Yenilgi bir
yana, nasıl olur da sokak hayvanlarını yiyecek kadar açlığa mahkûm edilirlerdi?"
Aynaya bakmaksızın suçlu ararlar: Kim, hangi hainler onları bu duruma düşürmüştür?
Açlık, çaresizlik ve yenilginin travmasıyla at başı giden utanç, milyonların
üzerine kâbus gibi çökmüş; Almanya, çölde vaha ararcasına, makus talihini değiştirecek bir kahraman arayışına çıkmıştır. Çok geçmeden adaylardan biri aradan
sıyrılır. Adı Adolf'tur. Kişiliği otoriteyle biçimlenmiş, hayata dair hayalleri yarım
kalmış, türlü kompleksin esiri olmuş ve savaşın getirdiği yenilgiyi hazmedememiş bir
savaş gazisidir. "Şanlı tarih" ile karnını doyurmakta, "askerlik" ile nefes almakta, ağzı
da iyi laf yapmaktadır. Adeta o günün Almanya'sı, onun şahsında ete kemiğe
bürünmüştür...
"Düşün peşime, bizi bu duruma düşürenleri biliyorum, önce onların sonra da
dünyanın canına okuyacağız; Büyük Almanya'yı kuracağız!" der Adolf.
Ruhu, bedeni ve zihni yaralı bir ulusun, ruhu, bedeni ve zihni hastalıklı bir
insanın liderliğinde dünyayı kasıp kavuracak utanç yürüyüşü, işte böyle başlar...
Kırk milyon insan ölmüş, ülkeler viran olmuş, haritalar değişmiştir. Galiplere
tükenmişlikle karışık bir sevinç, mağluplaraysa korkuyla karışık bir keder hâkimdir.
Ancak hem galiplerin bir kısmının hem de mağluplardan birinin paylaştığı ortak bir
duygu daha vardır: Öfke!
İngiltere ve Fransa öfkelidir zira zafer için ağır bir fatura ödemişlerdir.
Cezalandırmak, dahası canına okumak için ağır şartlar içeren Versay Barış
Antlaşması'yla Almanya'nın boğazına yapışırlar. Yenilginin şokuyla zaten ağır bir
öfke nöbeti geçiren Almanlar, kendilerini açlığa ve ondan da büyük bir zillete mahkûm
eden bu antlaşmayla iyice deliye dönmüştür. "Onlar büyük tarihi geçmişi olan şanlı bir
ulustur; nasıl olur da yenilirlerdi, nasıl olur da elleri kolları böylesine acımasızca
budanırdı? Dünyayı işgale kalkmışken, nasıl olur da ülkeleri işgal edilirdi? Yenilgi bir
yana, nasıl olur da sokak hayvanlarını yiyecek kadar açlığa mahkûm edilirlerdi?"
Aynaya bakmaksızın suçlu ararlar: Kim, hangi hainler onları bu duruma düşürmüştür?
Açlık, çaresizlik ve yenilginin travmasıyla at başı giden utanç, milyonların
üzerine kâbus gibi çökmüş; Almanya, çölde vaha ararcasına, makus talihini değiştirecek bir kahraman arayışına çıkmıştır. Çok geçmeden adaylardan biri aradan
sıyrılır. Adı Adolf'tur. Kişiliği otoriteyle biçimlenmiş, hayata dair hayalleri yarım
kalmış, türlü kompleksin esiri olmuş ve savaşın getirdiği yenilgiyi hazmedememiş bir
savaş gazisidir. "Şanlı tarih" ile karnını doyurmakta, "askerlik" ile nefes almakta, ağzı
da iyi laf yapmaktadır. Adeta o günün Almanya'sı, onun şahsında ete kemiğe
bürünmüştür...
"Düşün peşime, bizi bu duruma düşürenleri biliyorum, önce onların sonra da
dünyanın canına okuyacağız; Büyük Almanya'yı kuracağız!" der Adolf.
Ruhu, bedeni ve zihni yaralı bir ulusun, ruhu, bedeni ve zihni hastalıklı bir
insanın liderliğinde dünyayı kasıp kavuracak utanç yürüyüşü, işte böyle başlar...
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.