9789750816314
101418
https://www.turkishbooks.com/books/istanbulun-kopekleri-p101418.html
İstanbul'un Köpekleri
3.111
İstanbulun Köpekleri, II. Meşrutiyetin ilanıyla başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde, 1910 yılında toplanarak Sivriadaya sürülen ve dönemin zihniyet çekişmelerinin en önemli figürlerinden biri olan sokak köpeklerinin itlaf serüvenine, Batıdaki benzer örneklere, İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyetinin kuruluşundan Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesinin kabulüne kadar hayvan hakları kavramına tarihsel ve antropolojik bir bakış sunuyor.
Tadımlık
1910 yılında, Sultan II. Abdülhamidin tahttan indirilmesinden ve Jön Türklerin başa geçmesinden bir yıl sonra, İstanbuldaki sokak köpeklerinin kökünün kazınmasına karar verildi. Mesele büyük bir hızla halledildi. İlk iş olarak yavrular yok edildi. Arkasından zaptiyeler ve bu iş için özel olarak tutulmuş çingeneler yetişkin köpekleri yakalayıp tahta kafeslere tıktılar, kafesleri de arabalara yüklediler. İlk başta bu pek zor olmadı, köpekler yemlere geliyorlardı. Fakat hemen ardından kardeşlerinin havlamalarından işkillenerek vahşice direnmeye koyuldular. Köpekleri yakalamakla görevli olanlar kalın deri eldivenler takmak zorunda kaldılar; bunun yanı sıra kementler ve iri kancalar da kullandılar. O sıralar İstanbulda öğretmenlik yapan bir misyoner olan P. Colomban bize olayların nasıl geliştiğini anlatır. Anlattıkları, aynı dönemde yayınlanmış başka metinlerce de desteklenmektedir:
İlk başta köpeklere şehir kapılarında bakılması düşünülmüş, ama sürgünlerin büyük bir gürültüyle karşı koyacağı hesaba katılmamıştı. Balık istifi gibi yığılmış, gece gündüz uluyan, hiç durmadan kapışan köpeklerin olduğu yerde yaşamak imkânsız hale gelmişti. Birbirlerini yiyen köpeklere bakmayı insanların içi kaldırmıyordu. Bütün herkes bu sürgün cezasına karşı çıktı. Belediye de işi bitirmek için bu gürültücü hayvanları kimsenin yaşamadığı Sivriadaya göndermeye karar verdi; söylendiğine göre orada yirmilik gruplar halinde tutulacaklardı.
Böylece köpekler yeniden arabalara dolduruldu, teknelere atılıp sürgüne gönderildi. Her gün bir kayık tayınlarını götürüyordu, iki bekçi de adada açılan bir kuyudan su çekmekle görevlendirildi. Buna rağmen zavallı hayvanların durumunda hiçbir iyileşme olmadı. Et artıklarıyla yaşamaya alışmış olan köpeklerin çoğu önlerine atılan ekmeğe dönüp bakmıyor, onun yerine kardeşlerini yiyorlardı. Çoğu öldü, güneşin altında kalan cesetleri yüzünden adaya çıkmak imkânsız hale geldi.
Issız adada köpeklere su ve yemek vermekle görevlendirilen birkaç kişinin maaşları kısa süre sonra kesildi. Sonuç olarak tayınlar zaten yetersizdi, bunları dağıtmak da son derece tehlikeliydi. Herhangi bir şekilde köpekleri geri göndermeye teşebbüs etmek de kesinlikle yasaklanmış, ibretlik cezalar konmuştu. Böylece terk edilen köpekler birbirlerini yediler ve art arda can verdiler.
İstanbulun Köpekleri, II. Meşrutiyetin ilanıyla başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde, 1910 yılında toplanarak Sivriadaya sürülen ve dönemin zihniyet çekişmelerinin en önemli figürlerinden biri olan sokak köpeklerinin itlaf serüvenine, Batıdaki benzer örneklere, İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyetinin kuruluşundan Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesinin kabulüne kadar hayvan hakları kavramına tarihsel ve antropolojik bir bakış sunuyor.
Tadımlık
1910 yılında, Sultan II. Abdülhamidin tahttan indirilmesinden ve Jön Türklerin başa geçmesinden bir yıl sonra, İstanbuldaki sokak köpeklerinin kökünün kazınmasına karar verildi. Mesele büyük bir hızla halledildi. İlk iş olarak yavrular yok edildi. Arkasından zaptiyeler ve bu iş için özel olarak tutulmuş çingeneler yetişkin köpekleri yakalayıp tahta kafeslere tıktılar, kafesleri de arabalara yüklediler. İlk başta bu pek zor olmadı, köpekler yemlere geliyorlardı. Fakat hemen ardından kardeşlerinin havlamalarından işkillenerek vahşice direnmeye koyuldular. Köpekleri yakalamakla görevli olanlar kalın deri eldivenler takmak zorunda kaldılar; bunun yanı sıra kementler ve iri kancalar da kullandılar. O sıralar İstanbulda öğretmenlik yapan bir misyoner olan P. Colomban bize olayların nasıl geliştiğini anlatır. Anlattıkları, aynı dönemde yayınlanmış başka metinlerce de desteklenmektedir:
İlk başta köpeklere şehir kapılarında bakılması düşünülmüş, ama sürgünlerin büyük bir gürültüyle karşı koyacağı hesaba katılmamıştı. Balık istifi gibi yığılmış, gece gündüz uluyan, hiç durmadan kapışan köpeklerin olduğu yerde yaşamak imkânsız hale gelmişti. Birbirlerini yiyen köpeklere bakmayı insanların içi kaldırmıyordu. Bütün herkes bu sürgün cezasına karşı çıktı. Belediye de işi bitirmek için bu gürültücü hayvanları kimsenin yaşamadığı Sivriadaya göndermeye karar verdi; söylendiğine göre orada yirmilik gruplar halinde tutulacaklardı.
Böylece köpekler yeniden arabalara dolduruldu, teknelere atılıp sürgüne gönderildi. Her gün bir kayık tayınlarını götürüyordu, iki bekçi de adada açılan bir kuyudan su çekmekle görevlendirildi. Buna rağmen zavallı hayvanların durumunda hiçbir iyileşme olmadı. Et artıklarıyla yaşamaya alışmış olan köpeklerin çoğu önlerine atılan ekmeğe dönüp bakmıyor, onun yerine kardeşlerini yiyorlardı. Çoğu öldü, güneşin altında kalan cesetleri yüzünden adaya çıkmak imkânsız hale geldi.
Issız adada köpeklere su ve yemek vermekle görevlendirilen birkaç kişinin maaşları kısa süre sonra kesildi. Sonuç olarak tayınlar zaten yetersizdi, bunları dağıtmak da son derece tehlikeliydi. Herhangi bir şekilde köpekleri geri göndermeye teşebbüs etmek de kesinlikle yasaklanmış, ibretlik cezalar konmuştu. Böylece terk edilen köpekler birbirlerini yediler ve art arda can verdiler.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.