1000000026931
63497
https://www.turkishbooks.com/books/islam-hukukunda-borcun-gecikmesi-p63497.html
İslam Hukukunda Borcun Gecikmesi
4.20
Hukukun gayesi, toplum hayatını düzenlemek, ihtiyaçların karşılanmasını sağlamak ve bunları yaparken adaleti gerçekleştirmektir. Bir hukuki düzenleme, adaleti gerçekleştirme hedefinden uzak ise toplumda sıkıntılar meydana gelir ve hiç bir toplum uzun süre bu adaletsizliğe dayanamaz. Devletlerin devamının, adaleti gerçekleştiren hukuki bir sisteme ve uygulamaya sahip olmalarıyla yakın ilgisi vardır. "Adalet mülkün temelidir" sözü ile vurgulanmak istenen de bu hakikat olsa gerektir.
İslam hukukunun gayesini, bu genel çerçevenin dışında düşünemeyiz. Onu diğer hukuklardan ayıran en önemli özellik, temel ilkelerinin ve kaynağının ilahî oluşudur. Bu özelliği ona, adaleti gerçekleştirme hedefi açısından bir ayrıcalık da sağlamaktadır. Çünkü Allah Teâlâ, yarattığı insanın ihtiyaçlarını, insanın kendisinden de daha iyi bilmektedir. Bazen insanın, kendince ihtiyaç kabul ettiği bir husus, onun felaketi olabilmektedir. Bundan dolayı ileri görüşlü ve iradesine hâkim insanlar çoğu kere, önemli işlerini, mesela gıda rejimlerini düzenlerken kendi arzularını da dikkate alarak ama daha ziyade bir uzmanın tavsiyesine uyarlar. Bu yaklaşımı hayatın hemen her safhasında görmek mümkündür. Ayrıca insanlar hukuki düzenlemeler yaparlarken, olmaması gerektiği halde bazen, belki de çoğu kere bu düzenlemenin kendilerine ne sağlayacağını hesaba katma durumunda olurlar. İşte bu bilgi eksikliği veya kendi menfaatini düşünme sebebiyle pozitif hukuk kuralları bazen adaleti gerçekleştirmekten uzak olabilir. Bu tehlikeye karşı zaman zaman tabiî hukuk fikrinin ileri sürüldüğüne, pozitif hukuk kurallarının, tabiî hukukun dışına çıkamayacağı iddiasına şahit oluyoruz. İslam hukukunun temel ilkeleri, pozitif hukukun adalet çizgisinden sapma ihtimaline karşı bir nevî tabiî hukuk görevi yapmakta, Müslümanlar, içtihada dayanan İslam hukuk kurallarını çoğu kere "icmâ" kavramı içerisinde mütalaa edebileceğimiz bu ilkeler çerçevesinde tartışmaktadırlar.
İslam hukuk mezhepleri arasındaki ilmî tartışmalar, temel ilkelerden ziyade bazen ikinci, üçüncü plandaki görüşlerin, bu temel ilkelere uygunluğu istikametinde cereyan etmekte, bu yapılırken iki ana kaynağa Kur ân a ve sünnete müracaat edilmekte, görüşler, bunlara dayandırılarak savunulmaktadır. Dolayısıyla önümüzde duran çok kıymetli fıkıh mirasının bir kısmı, İslam ın temel ilkelerinin gerçekleşmesi maksadıyla zaman ve bölge şartları da dikkate alınarak tesbit edilmiş hukuki düzenlemeler veya bu gayeyle yapılmış doktriner çalışmalardır. Bunlar Müslüman toplum için bir iftihar kaynağı olmakla birlikte, aynı hedefleri ve gayeleri gerçekleştirmek maksadıyla daha iyiye doğru değiştirilemez kurallar da değildir. Belli bir zaman diliminde veya yerde uygulanan ve İslam ın temel hedeflerini gerçekleştirmede çok başarılı olan kurallar, bir başka zamanda veya toplumda o hedefleri gerçekleştiremez duruma gelmişse yapılması gereken, yeni duruma göre düzenlemeler yapmaktır. İslam hukukunda görülen ictihâd zenginliği bu uygulamanın tabiî bir sonucu olarak görülebilir.
İslam dininin adaletin gerçekleşmesine büyük önem verdiğini, başkalarına zarar vermeyi yasakladığım, böyle bir zarar söz konusu olunca sebep olana tazminat yükümlülüğü getirdiğini görüyoruz. Onun hukukî işlem sahasını da, sınırları mezheplere göre farklı da olsa bir hayli geniş tuttuğu bilinmektedir. Yalnız burada, üzerinde hassasiyetle durduğu bir faiz yasağı karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar borç münasebetinden âzâde bir hayat süremezler. İslam hukukuna göre, bu hukukça muteber sayılmak kaydıyla insanlar borçlarını ifa etmekle mükelleftirler. İnsanın, bir baskı olmaksızın kendi isteği ile borcunu geciktirmeden ifası arzu edilmekle birlikte, eğer bu gerçekleşmezse devlet onu ifaya zorlar. İfanın gecikmesi bazen karşı taraf açısından bir zarara da sebep olabilir. Bir başka problem, borçlunun ifa arzusu karşısında alacaklının ifayı reddetmesidir. Bu iki problemin ve bilhassa birincisinin günümüzde artan bir hızla büyümesi ve ehemmiyet kazanması bizi bu konuyu araştırmaya şevketti. "İslam Hukukunda Borçlunun ve Alacaklının Temerrüdü" adıyla İslam hukuku doktora tezi olarak hazırladığımız bu çalışmamızda İslam hukukçularının, bu iki probleme karşı teklif ettikleri çözümleri ve bu maksatla yaptıkları ilmî çalışmaları tesbit etmeye ve günümüz şartlarındaki değişmeleri de dikkate alarak konuya katkıda bulunmaya çalıştık.
Kitabımızı bir giriş ve üç bölüm halinde planladık. Girişte konuyu kısaca arz ettikten sonra, en çok müracaat ettiğimiz kaynaklar hakkında bilgi verdik. Birinci bölümde borç ve temerrüt kavramlarını açıklayıp bazı ülkelerin temerrütle ilgili düzenlemelerine yer verdik. Temerrüt, kısaca borcun ifasının gecikmesi olduğu için borç, ifa ve temerrüt kavramlarının açıklanması gerekiyordu. Ülke hukuklarını incelerken, bütün dünyanın önemle üzerinde durduğu ve birçok batı ülkesi hukukunun temeli olan Roma hukukuna ve ülkemiz hukuku olması açısından Türk hukukuna genişçe yer verdik.
İkinci bölümde, borçlunun temerrüdünü işledik; tanımı, şartları ve sonuçları hakkında açıklamalarda bulunduk. Üçüncü bölümde de buna benzer bir plan dâhilinde alacaklının temerrüdünü arz ettikten sonra ulaştığımız neticelere yer verdik. Umarız faydalı olur.
Hukukun gayesi, toplum hayatını düzenlemek, ihtiyaçların karşılanmasını sağlamak ve bunları yaparken adaleti gerçekleştirmektir. Bir hukuki düzenleme, adaleti gerçekleştirme hedefinden uzak ise toplumda sıkıntılar meydana gelir ve hiç bir toplum uzun süre bu adaletsizliğe dayanamaz. Devletlerin devamının, adaleti gerçekleştiren hukuki bir sisteme ve uygulamaya sahip olmalarıyla yakın ilgisi vardır. "Adalet mülkün temelidir" sözü ile vurgulanmak istenen de bu hakikat olsa gerektir.
İslam hukukunun gayesini, bu genel çerçevenin dışında düşünemeyiz. Onu diğer hukuklardan ayıran en önemli özellik, temel ilkelerinin ve kaynağının ilahî oluşudur. Bu özelliği ona, adaleti gerçekleştirme hedefi açısından bir ayrıcalık da sağlamaktadır. Çünkü Allah Teâlâ, yarattığı insanın ihtiyaçlarını, insanın kendisinden de daha iyi bilmektedir. Bazen insanın, kendince ihtiyaç kabul ettiği bir husus, onun felaketi olabilmektedir. Bundan dolayı ileri görüşlü ve iradesine hâkim insanlar çoğu kere, önemli işlerini, mesela gıda rejimlerini düzenlerken kendi arzularını da dikkate alarak ama daha ziyade bir uzmanın tavsiyesine uyarlar. Bu yaklaşımı hayatın hemen her safhasında görmek mümkündür. Ayrıca insanlar hukuki düzenlemeler yaparlarken, olmaması gerektiği halde bazen, belki de çoğu kere bu düzenlemenin kendilerine ne sağlayacağını hesaba katma durumunda olurlar. İşte bu bilgi eksikliği veya kendi menfaatini düşünme sebebiyle pozitif hukuk kuralları bazen adaleti gerçekleştirmekten uzak olabilir. Bu tehlikeye karşı zaman zaman tabiî hukuk fikrinin ileri sürüldüğüne, pozitif hukuk kurallarının, tabiî hukukun dışına çıkamayacağı iddiasına şahit oluyoruz. İslam hukukunun temel ilkeleri, pozitif hukukun adalet çizgisinden sapma ihtimaline karşı bir nevî tabiî hukuk görevi yapmakta, Müslümanlar, içtihada dayanan İslam hukuk kurallarını çoğu kere "icmâ" kavramı içerisinde mütalaa edebileceğimiz bu ilkeler çerçevesinde tartışmaktadırlar.
İslam hukuk mezhepleri arasındaki ilmî tartışmalar, temel ilkelerden ziyade bazen ikinci, üçüncü plandaki görüşlerin, bu temel ilkelere uygunluğu istikametinde cereyan etmekte, bu yapılırken iki ana kaynağa Kur ân a ve sünnete müracaat edilmekte, görüşler, bunlara dayandırılarak savunulmaktadır. Dolayısıyla önümüzde duran çok kıymetli fıkıh mirasının bir kısmı, İslam ın temel ilkelerinin gerçekleşmesi maksadıyla zaman ve bölge şartları da dikkate alınarak tesbit edilmiş hukuki düzenlemeler veya bu gayeyle yapılmış doktriner çalışmalardır. Bunlar Müslüman toplum için bir iftihar kaynağı olmakla birlikte, aynı hedefleri ve gayeleri gerçekleştirmek maksadıyla daha iyiye doğru değiştirilemez kurallar da değildir. Belli bir zaman diliminde veya yerde uygulanan ve İslam ın temel hedeflerini gerçekleştirmede çok başarılı olan kurallar, bir başka zamanda veya toplumda o hedefleri gerçekleştiremez duruma gelmişse yapılması gereken, yeni duruma göre düzenlemeler yapmaktır. İslam hukukunda görülen ictihâd zenginliği bu uygulamanın tabiî bir sonucu olarak görülebilir.
İslam dininin adaletin gerçekleşmesine büyük önem verdiğini, başkalarına zarar vermeyi yasakladığım, böyle bir zarar söz konusu olunca sebep olana tazminat yükümlülüğü getirdiğini görüyoruz. Onun hukukî işlem sahasını da, sınırları mezheplere göre farklı da olsa bir hayli geniş tuttuğu bilinmektedir. Yalnız burada, üzerinde hassasiyetle durduğu bir faiz yasağı karşımıza çıkmaktadır.
İnsanlar borç münasebetinden âzâde bir hayat süremezler. İslam hukukuna göre, bu hukukça muteber sayılmak kaydıyla insanlar borçlarını ifa etmekle mükelleftirler. İnsanın, bir baskı olmaksızın kendi isteği ile borcunu geciktirmeden ifası arzu edilmekle birlikte, eğer bu gerçekleşmezse devlet onu ifaya zorlar. İfanın gecikmesi bazen karşı taraf açısından bir zarara da sebep olabilir. Bir başka problem, borçlunun ifa arzusu karşısında alacaklının ifayı reddetmesidir. Bu iki problemin ve bilhassa birincisinin günümüzde artan bir hızla büyümesi ve ehemmiyet kazanması bizi bu konuyu araştırmaya şevketti. "İslam Hukukunda Borçlunun ve Alacaklının Temerrüdü" adıyla İslam hukuku doktora tezi olarak hazırladığımız bu çalışmamızda İslam hukukçularının, bu iki probleme karşı teklif ettikleri çözümleri ve bu maksatla yaptıkları ilmî çalışmaları tesbit etmeye ve günümüz şartlarındaki değişmeleri de dikkate alarak konuya katkıda bulunmaya çalıştık.
Kitabımızı bir giriş ve üç bölüm halinde planladık. Girişte konuyu kısaca arz ettikten sonra, en çok müracaat ettiğimiz kaynaklar hakkında bilgi verdik. Birinci bölümde borç ve temerrüt kavramlarını açıklayıp bazı ülkelerin temerrütle ilgili düzenlemelerine yer verdik. Temerrüt, kısaca borcun ifasının gecikmesi olduğu için borç, ifa ve temerrüt kavramlarının açıklanması gerekiyordu. Ülke hukuklarını incelerken, bütün dünyanın önemle üzerinde durduğu ve birçok batı ülkesi hukukunun temeli olan Roma hukukuna ve ülkemiz hukuku olması açısından Türk hukukuna genişçe yer verdik.
İkinci bölümde, borçlunun temerrüdünü işledik; tanımı, şartları ve sonuçları hakkında açıklamalarda bulunduk. Üçüncü bölümde de buna benzer bir plan dâhilinde alacaklının temerrüdünü arz ettikten sonra ulaştığımız neticelere yer verdik. Umarız faydalı olur.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.