İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim

Stok Kodu:
9789753631730
Boyut:
135-210
Sayfa Sayısı:
124
Baskı:
10
Basım Tarihi:
2019-04
Çeviren:
Mustafa Tüzel
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
3.Hamur
Dili:
Türkçe
%20 indirimli
4.20
3.36
9789753631730
4714
İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim
İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim
3.36
Almanya'nin etkili felsefe akimi Frankfurt Okulu'nun önde gelen düsünürlerinden Jürgen Habermas'in, ileri endüstri toplumu kosullarinda teknik, bilim ve demokrasinin nasil uzlastirilabilecegini inceledigi bu kitap, birçok sorunun yeniden tartisilmasina yol açabilecegi gibi, "bilgi toplumu" ve "iletisim çagi" gibi kavramlarin, son günlerde ülkemizde de moda olan, kolayci kullanimlarinin ne denli tehlikeli, yeni teknolojilerin ve bilimin toplumsal yasama olan etkilerinin nasil derinine düsünülmesi gereken olgular oldugunu da hatirlatabilir. Tadımlık Çalışma ve Etkileşim Hegel'in Jena Çalışması "Tin Felsefesi" Üzerine Notlar Hegel, Jena'da 1803/04 ve 1805/06 yıllarında doğa ve tin felsefesi üzerine konferanslar verdi. Tin Felsefesi, fragmanlar halindeki Törellik Sistemi'ne dayanır. Hegel'in bu yazıları henüz, bir zamanlar yapmış olduğu politik ekonomi öğreniminin etkisi altındadır. Marxist Hegel araştırmaları buna hep dikkat çekmiştir. Ne var ki, Jena çalışması Tin Felsefesi'nin özel konumu şimdiye kadar yeterince gözönünde bulundurulmamıştır. Hâlâ eskisi gibi, Lasson'un daha Jena Konferansı'nı yayınlarken yazdığı önsözde dile getirdiği anlayış hakimdir: bu çalışmalar Fenomenoloji'ye bir ön basamak olarak değerlendirilir ve daha sonraki sistemle olan paralellikleri vurgulanır. Buna karşılık, ben, Hegel'in Jena'da verdiği iki konferansta da tinin oluşum süreci için özgünlüğü olan, fakat sonradan terkedilmiş bir sistematik ortaya koyduğu tezini savunmak istiyorum. Dil, iş aleti ve aile kategorileri diyalektik ilişkilerin üç eşdeğer örneğini tanımlarlar: simgesel serimleme, çalışma süreci ve karşılıklılık temelinde etkileşim, nesneyi ve özneyi her biri kendi tarzında uzlaştırır. Dilin, çalışmanın ve törel ilişkinin diyalektiği, her durumda uzlaştırmanın özel bir biçimi olarak açınmıştır; henüz aynı mantıksal biçimde kurulmuş olan basamaklar değil, bizzat kurmanın çeşitli biçimleri söz konusudur. Benim tezimin bir radikalleştirilmesi şöyle olabilirdi: Diğerlerinin yanısıra, dilde, çalışmada ve törel ilişkide de kendini açığa vuran, kendi düşünsemesinin (Reflexion) saltık devinimindeki tin değildir, tersine, ancak dilsel simgeleştirmenin, çalışmanın ve etkileşimin diyalektik bağlamı, tin kavramını belirler. Yoksa anılan kategorilerin sistematik konumu bununla çelişir, çünkü mantıkta değil gerçek bir felsefede vardırlar. Öte yandan, o sıralar diyalektik ilişkiler o kadar görünür bir şekilde heterojen deneyimlerin temel örneklerinde sıkışmışlardır ki, mantıksal biçimler birbirlerinden, her birinin alındığı maddi bağlama göre ayrılmaktadırlar: henüz dışlaşım ve yabancılaşma, benimseme ve uzlaşma birbirlerini işaret etmektedirler. Jena konferanslarında, mevcut bilincin üç diyalektik örneğinin ancak birlikte ele alındıklarında tinin yapısını şeffaf kıldıklarını vazeden bir eğilim sürekli mevcuttur. I Hegel, Öznel Mantık'ın girişinde, diyalektiğin temel deneyimin dayandığı ben kavramını hatırlatır: "Ben [...] bu birincil saflıktaki, kendi kendisi ile ilişkili birliktir, ve bu dolaysız olarak değil, bütün belirlenmişlikten ve içerikten soyutlanarak ve sınırsız eşitliğin özgürlüğüne kendi kendisiyle geri dönerek böyledir. Böylelikle o genelliktir; o yalnız negatif ilişki yoluyla, yalnızca soyutlama olarak görünen, kendisiyle birlik olan ve böylelikle bütün belirlenmişliği kendi içinde çözülü olarak barındıran birliktir. İkincisi, ben, aynı dolaysızlıkla, kendi kendisiyle ilişkili negatiflik olarak tek oluştur, kendisini başkalarının karşısına koyan ve kapatan saltık belirlenmişlik halidir; bireysel kişiliktir. O saltık genellik ki, aynı şekilde dolaysız saltık tekleştirmedir ve bir kendindelik ve kendisi içinliktir, nihayetinde yasa olma hali olan bu kendinde ve kendisi için olma hali, yalnızca yasa olma haliyle birlik içindedir, bu hal kavram olarak ben'in doğasını da oluşturur; birinden ve diğerinden, sözü edilen iki aşama aynı anda hem soyutlamalarında hem de eksiksiz birlikteliklerinde anlaşılmazlarsa, hiçbirşey kavranamaz." Hegel, çıkış noktası olarak, Kant'ın tam-algının kaynaktaki-sentetik birliği adı altında geliştirdiği ben kavramını almaktadır. Burada ben "saf, kendi kendisi ile ilişkili birlik" olarak, "düşünüyorum" olarak, bütün düşüncelerime eşlik edebilmesi gereken olarak, düşünülmüştür. Bu kavram düşünseme felsefesinin (Reflexionsphilosophie) temel deneyimini, yani: özdüşünsemedeki (selbstreflexion) ben-özdeşliği deneyimini, böylece, dünyadaki bütün olası şeyleri soyutlayan ve kendisini biricik şey olarak kendisine indirgeyen, bilen öznenin kendisinin deneyimine varmasını, dile getirir. Benin öznelliği düşünce olarak belirlenmiştir -kendisini bilen öznenin kendi kendisi ile olan ilişkisidir. Kant bu öz-düşünseme deneyimini aynı zamanda kendi bilgi teorisinin varsayımlarına göre yorumlar: aşkın bilincin teminatı olması gereken, kaynaktaki tam-algıyı, empirik olandan arındırır. Fichte, öz-düşünsemenin düşünsenişini, kuruluşlarının hizmetinde olması gerektiği düşünülen sahalara bölünmeye kadar götürür, ve kuruluş sorununa, ve hatta benin son kuruluşuna dayandırır. Burada, ben ve diğeri arasındaki ilişkinin kendini-bilmenin öznelliği çerçevesindeki diyalektiğini izler. Buna karşın Hegel, ben ve öteki diyalektiğini tinin öznelerarasındalığı (Intersubjek-tivität) çerçevesine bırakır; burada ben kendisi ile kendisinin ötekisi olarak değil, ben bir başka benle öteki olarak iletişim kurar. Benin adeta kendi kendisini vazettiğinin söylendiği, 1794 Bilim Öğretisi'nin diyalektiği, yalnız olan düşünsemenin ilişkisine bağlı kalır: Özbilinç Teorisi olarak, benin kendi kendisiyle özdeşlenen öteki ile kendini bilerek, kendini kurduğu o ilişkinin çıkmazlarına bir yanıt verir. Hegel'in diyalektiği yalnız olan düşünsemenin ilişkisini, kendini bilen bireylerin ilişkisi lehine aşar. Özbilinç deneyimi artık kaynakta sayılmaz. Hegel için bu deneyim, daha çok, kendimi öteki öznenin gözleriyle gördüğüm etkileşim deneyiminden çıkar. Kendi kendimin bilinci, perspektiflerin çaprazlanmasının bir türevidir. Benim bilincimin, bir başka öznenin bilincinde yansımasıyla sabitlenmesi gereken özbilinç ancak karşılıklı kabul edilme temelinde oluşur. Bu yüzden
Almanya'nin etkili felsefe akimi Frankfurt Okulu'nun önde gelen düsünürlerinden Jürgen Habermas'in, ileri endüstri toplumu kosullarinda teknik, bilim ve demokrasinin nasil uzlastirilabilecegini inceledigi bu kitap, birçok sorunun yeniden tartisilmasina yol açabilecegi gibi, "bilgi toplumu" ve "iletisim çagi" gibi kavramlarin, son günlerde ülkemizde de moda olan, kolayci kullanimlarinin ne denli tehlikeli, yeni teknolojilerin ve bilimin toplumsal yasama olan etkilerinin nasil derinine düsünülmesi gereken olgular oldugunu da hatirlatabilir. Tadımlık Çalışma ve Etkileşim Hegel'in Jena Çalışması "Tin Felsefesi" Üzerine Notlar Hegel, Jena'da 1803/04 ve 1805/06 yıllarında doğa ve tin felsefesi üzerine konferanslar verdi. Tin Felsefesi, fragmanlar halindeki Törellik Sistemi'ne dayanır. Hegel'in bu yazıları henüz, bir zamanlar yapmış olduğu politik ekonomi öğreniminin etkisi altındadır. Marxist Hegel araştırmaları buna hep dikkat çekmiştir. Ne var ki, Jena çalışması Tin Felsefesi'nin özel konumu şimdiye kadar yeterince gözönünde bulundurulmamıştır. Hâlâ eskisi gibi, Lasson'un daha Jena Konferansı'nı yayınlarken yazdığı önsözde dile getirdiği anlayış hakimdir: bu çalışmalar Fenomenoloji'ye bir ön basamak olarak değerlendirilir ve daha sonraki sistemle olan paralellikleri vurgulanır. Buna karşılık, ben, Hegel'in Jena'da verdiği iki konferansta da tinin oluşum süreci için özgünlüğü olan, fakat sonradan terkedilmiş bir sistematik ortaya koyduğu tezini savunmak istiyorum. Dil, iş aleti ve aile kategorileri diyalektik ilişkilerin üç eşdeğer örneğini tanımlarlar: simgesel serimleme, çalışma süreci ve karşılıklılık temelinde etkileşim, nesneyi ve özneyi her biri kendi tarzında uzlaştırır. Dilin, çalışmanın ve törel ilişkinin diyalektiği, her durumda uzlaştırmanın özel bir biçimi olarak açınmıştır; henüz aynı mantıksal biçimde kurulmuş olan basamaklar değil, bizzat kurmanın çeşitli biçimleri söz konusudur. Benim tezimin bir radikalleştirilmesi şöyle olabilirdi: Diğerlerinin yanısıra, dilde, çalışmada ve törel ilişkide de kendini açığa vuran, kendi düşünsemesinin (Reflexion) saltık devinimindeki tin değildir, tersine, ancak dilsel simgeleştirmenin, çalışmanın ve etkileşimin diyalektik bağlamı, tin kavramını belirler. Yoksa anılan kategorilerin sistematik konumu bununla çelişir, çünkü mantıkta değil gerçek bir felsefede vardırlar. Öte yandan, o sıralar diyalektik ilişkiler o kadar görünür bir şekilde heterojen deneyimlerin temel örneklerinde sıkışmışlardır ki, mantıksal biçimler birbirlerinden, her birinin alındığı maddi bağlama göre ayrılmaktadırlar: henüz dışlaşım ve yabancılaşma, benimseme ve uzlaşma birbirlerini işaret etmektedirler. Jena konferanslarında, mevcut bilincin üç diyalektik örneğinin ancak birlikte ele alındıklarında tinin yapısını şeffaf kıldıklarını vazeden bir eğilim sürekli mevcuttur. I Hegel, Öznel Mantık'ın girişinde, diyalektiğin temel deneyimin dayandığı ben kavramını hatırlatır: "Ben [...] bu birincil saflıktaki, kendi kendisi ile ilişkili birliktir, ve bu dolaysız olarak değil, bütün belirlenmişlikten ve içerikten soyutlanarak ve sınırsız eşitliğin özgürlüğüne kendi kendisiyle geri dönerek böyledir. Böylelikle o genelliktir; o yalnız negatif ilişki yoluyla, yalnızca soyutlama olarak görünen, kendisiyle birlik olan ve böylelikle bütün belirlenmişliği kendi içinde çözülü olarak barındıran birliktir. İkincisi, ben, aynı dolaysızlıkla, kendi kendisiyle ilişkili negatiflik olarak tek oluştur, kendisini başkalarının karşısına koyan ve kapatan saltık belirlenmişlik halidir; bireysel kişiliktir. O saltık genellik ki, aynı şekilde dolaysız saltık tekleştirmedir ve bir kendindelik ve kendisi içinliktir, nihayetinde yasa olma hali olan bu kendinde ve kendisi için olma hali, yalnızca yasa olma haliyle birlik içindedir, bu hal kavram olarak ben'in doğasını da oluşturur; birinden ve diğerinden, sözü edilen iki aşama aynı anda hem soyutlamalarında hem de eksiksiz birlikteliklerinde anlaşılmazlarsa, hiçbirşey kavranamaz." Hegel, çıkış noktası olarak, Kant'ın tam-algının kaynaktaki-sentetik birliği adı altında geliştirdiği ben kavramını almaktadır. Burada ben "saf, kendi kendisi ile ilişkili birlik" olarak, "düşünüyorum" olarak, bütün düşüncelerime eşlik edebilmesi gereken olarak, düşünülmüştür. Bu kavram düşünseme felsefesinin (Reflexionsphilosophie) temel deneyimini, yani: özdüşünsemedeki (selbstreflexion) ben-özdeşliği deneyimini, böylece, dünyadaki bütün olası şeyleri soyutlayan ve kendisini biricik şey olarak kendisine indirgeyen, bilen öznenin kendisinin deneyimine varmasını, dile getirir. Benin öznelliği düşünce olarak belirlenmiştir -kendisini bilen öznenin kendi kendisi ile olan ilişkisidir. Kant bu öz-düşünseme deneyimini aynı zamanda kendi bilgi teorisinin varsayımlarına göre yorumlar: aşkın bilincin teminatı olması gereken, kaynaktaki tam-algıyı, empirik olandan arındırır. Fichte, öz-düşünsemenin düşünsenişini, kuruluşlarının hizmetinde olması gerektiği düşünülen sahalara bölünmeye kadar götürür, ve kuruluş sorununa, ve hatta benin son kuruluşuna dayandırır. Burada, ben ve diğeri arasındaki ilişkinin kendini-bilmenin öznelliği çerçevesindeki diyalektiğini izler. Buna karşın Hegel, ben ve öteki diyalektiğini tinin öznelerarasındalığı (Intersubjek-tivität) çerçevesine bırakır; burada ben kendisi ile kendisinin ötekisi olarak değil, ben bir başka benle öteki olarak iletişim kurar. Benin adeta kendi kendisini vazettiğinin söylendiği, 1794 Bilim Öğretisi'nin diyalektiği, yalnız olan düşünsemenin ilişkisine bağlı kalır: Özbilinç Teorisi olarak, benin kendi kendisiyle özdeşlenen öteki ile kendini bilerek, kendini kurduğu o ilişkinin çıkmazlarına bir yanıt verir. Hegel'in diyalektiği yalnız olan düşünsemenin ilişkisini, kendini bilen bireylerin ilişkisi lehine aşar. Özbilinç deneyimi artık kaynakta sayılmaz. Hegel için bu deneyim, daha çok, kendimi öteki öznenin gözleriyle gördüğüm etkileşim deneyiminden çıkar. Kendi kendimin bilinci, perspektiflerin çaprazlanmasının bir türevidir. Benim bilincimin, bir başka öznenin bilincinde yansımasıyla sabitlenmesi gereken özbilinç ancak karşılıklı kabul edilme temelinde oluşur. Bu yüzden
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat