Çiçekten Sofraya Balın Öyküsü

Stok Kodu:
9789750813238
Boyut:
230-240
Sayfa Sayısı:
208
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2007-12
Kapak Türü:
Ciltli
Kağıt Türü:
Kuşe
Dili:
Türkçe
%20 indirimli
22.22
17.78
9789750813238
82740
Çiçekten Sofraya Balın Öyküsü
Çiçekten Sofraya Balın Öyküsü
17.778
Büyük bir öykünün dizeleridir bu kitapla size gelen... Topraktan yükselen bir seda ve çiçekten damlayan nektarın bala dönüşümüdür bu öykü... Doğanın sanki insana sunduğu bir armağandır çiçekte saklanan... Âdeta davettir sunulan renkler, kokular ve tatlar... Gelsin diye beklerken bir minicik arı... Sonra hep birlikte ulaşırlar kovana... Çiçeği yeniden var eden, içine gizemi koyan ve ardından bir güç ki onu alıp âdeta işleyen ve dantel gibi ördüğü petekte toplayan... Kimi zaman vermez, vermek istemez hazinesini... Kimi zaman da aldırış bile etmeyen arı... İnsana neler verdiğini bir bilse... O çabanın ne denli işe yaradığını hissedebilse ne denli mutlu olur, belki de bal damlardı iğnesinden... Ama o bile yaşama destektir her yönüyle olduğu gibi Tadımlık İlk arı, ilk insan ve bal avcılığı Bal arısı, yaşayan canlılar içinde, varlığı en eskilere uzanan türlerin başında yer alır. 120 milyon yıllık yani insanın var oluşundan 20 milyon yıl öncelerine dayanan bir geçmişi olduğu kabul edilmektedir. Bu görüşe destek sağlayan en önemli kanıt yakın bir zamanda Burmada amber taşı içinde canlı haline çok yakın 100 milyon yıllık bir arı fosilinin bulunuşudur. Fosilin ait olduğu dönem, çeşitli böceklerin, kuşların, memelilerin ve çiçekli bitkilerin ilk fosillerinin bulunduğu zamanla örtüşmektedir. Dinozor çağından sonra gelen bu dönem İkinci Zaman olarak adlandırılır. Özellikle hayvan ve bitki çeşitliliğinin meydana geldiği, etçil eşek arılarının polen yeme bağımlılığı kazandığı ve evrimleşerek bal arılarını meydana getirdiği dönem bu dönemdir (Poinar, 2006). Her ne kadar arının varlığıyle ilgili kanıtlar çok eskilere dayansa da insanların var oluşundan bugüne kadar geçen sürede insan ile arı ilişkisinin ne denli eskilere uzandığı bilinmemektedir. Bu ilişkinin başlamasıyla ilgili en eski kanıt MÖ 7000de çizildiği kabul edilen bir resimdir. İspanyanın doğusunda La Cueva de la Arana adı verilen mağarada bulunan Mezolitik çağa ait bu kaya resminde iki insan tarafından uzunca bir ip kullanılarak yabani bir arı yuvasından bal alınışı görülmektedir (Nowottnick, 1997). Yaklaşık 9 bin yıllık geçmişe dayalı bal avcılığı yüksek kayalıklarda veya ağaçlarda yaşayan Hindistan dev arısı Apis dorsatanın balını almak üzere Uzakdoğuda birçok ülkede aynı yöntemlerle sürdürülmektedir. Afrikanın büyük bir bölümünde yayılma gösteren ve bir bölümü kovanlarda barındırılsa bile çoğu yabani olarak ağaçlarda yaşayan Afrika arısı Amadansoniiden bal ve bal mumu üretimi de tarihteki geleneklerle sürdürülmektedir. Bu konuda tarihi kanıt Zimbabvede yine bir kaya resmi olarak ortaya çıkmıştır. Bu resimde bir yerlinin kaya oyuğundaki bir arı yuvasından bal almaya çalıştığı net bir şekilde görülmektedir (Crane, 2005). Arıcılığın doğuşu Doğada yabani halde yaşayan hayvanlardan avlanarak yararlanan insan gereksinim duyduğu besinleri istediğinde elde edebilmek için hayvanları el altında tutma ve onları yönetme yollarını aramıştır. Bu amaçla gelişen evciltme çabaları sonucu arı kolonileri kovan denilen çeşitli yapılar içinde barındırılmaya başlanmıştır. Doğada içi boş bir ağaç kütüğü veya kaya oyuğunda yaşayan bir koloninin bulunuşu ilk kovan fikrinin oluşmasında önemli rol oynamıştır. En eski kovan örneklerinin çamur veya ağaç kütüklerinden yapılması bu görüşü desteklemektedir. Arıcılığa ait ilk girişimin doğadan kesilen bir ağaç gövdesi içinde bulunan arı kolonisi ile MÖ 5000 yıllarında Ortadoğuda başladığı tahmin edilmektedir. Tarih boyunca bal arısı ile insanoğlu arasındaki ilişki, balın ve diğer arı ürünlerinin insan yaşamındaki olağanüstü etkilerinden ve ürünlerin aromasındaki gizeminden kaynaklanmıştır. Bu ilişki kimi zaman kutsanmış, kimi zaman da insanlığın en yüce ilişkilerinde sembol olarak kullanılmıştır. Günümüzde dünyanın birçok yöresinde ilkel koşullarda yürütülen arıcılık çalışmalarının tarihin derinliğinde yürütülenlerle benzerlik taşıması eski dönemlerde arılardan mükemmel bir şekilde yararlanıldığını göstermektedir. Mısırda MÖ 1450lere ait hiyeroglifte çömlek kovanlarla yapılan arıcılık ile aynı yörede bugün uygulanan arıcılık birbirine inanılmaz derecede benzemektedir. Ormanlık olmayan bu bölgede ağaç bulma zorluğu tarihte de, günümüzde de kovanların çamurdan yapılmasını zorunlu kılmıştır. Mitolojide ve eski tarihte arı ve bal Mitolojide arıya ve arı ürünlerine verilen önem çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Yunan mitolojisinde arılar tanrıların habercisi olarak görülmüştür. Arılar kralı olarak da adlandırılan baş tanrı Zeus balla beslenmektedir. Roma mitolojisindeki Mellona ise arılar tanrısı olarak kabul edilmektedir. Hitit mitolojisinde Fırtına Tanrısının kaybolan oğlu Telepinusun sadece arı tarafından geri getirilebilmesi arının gücüne olan inancı ifade etmektedir. İskandinav mitolojisinde tanrıların ölümsüzlüğü Ambrossia yemelerinden kaynaklanmaktadır. Petekteki bal ile polenin karışımından meydana gelen bu besin aynı zamanda eski Yunan olimpik atletlerinin enerji kaynağı olarak kullanılıyordu. Ambrossia Babil, Pers, Çin ve Mısır tarihinde de sonsuz bir sağlık ve gençlik kaynağı olarak kabul edilmiştir (Brown, 1993). Eski Yunanda arıcılıkla ilgili ilk ciddi araştırmalar ve düzenlemeler MÖ 600 dolaylarında gerçekleşmiştir. Ünlü düşünür Aristo (MÖ 384-322) arıcılık üzerine ilk kitabı yazmıştır. Bal, Hipokrat (MÖ 460-377) tarafından yüksek ateş, yaralanma, ödem ve iltihaplanmalara karşı en başta kullanılan madde olmuştur. O dönemde hekimler yüksek ateşten iktidarsızlığa, yaralanmadan strese kadar yaklaşık 50 farklı rahatsızlığa karşı bal önermişlerdir. Anadoluda arıcılık izlerine ilk olarak MÖ 1300 dolaylarında Boğazköyde bulunan Hitit yazıtlarında rastlanmaktadır. Hititler özellikle kutsal binaların yapımında kullandıkları taşlara bal döküp kutsamakla kötülüklerden korunduklarına inanmaktaydılar. Bugünkü Boğazköyde bulunan başkent Hattuşaşta yeraltı yollarının üstü arı kovanı şeklinde tonozlarla örtülüdür. Selçukta eski Efes kenti içinde bulunan ve dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağındaki Artemis heykelinin alt bölümü ve ana gövdesi çok sayıda arı motifiyle süslenmiştir. Efeste arıya verilen önemin d
Büyük bir öykünün dizeleridir bu kitapla size gelen... Topraktan yükselen bir seda ve çiçekten damlayan nektarın bala dönüşümüdür bu öykü... Doğanın sanki insana sunduğu bir armağandır çiçekte saklanan... Âdeta davettir sunulan renkler, kokular ve tatlar... Gelsin diye beklerken bir minicik arı... Sonra hep birlikte ulaşırlar kovana... Çiçeği yeniden var eden, içine gizemi koyan ve ardından bir güç ki onu alıp âdeta işleyen ve dantel gibi ördüğü petekte toplayan... Kimi zaman vermez, vermek istemez hazinesini... Kimi zaman da aldırış bile etmeyen arı... İnsana neler verdiğini bir bilse... O çabanın ne denli işe yaradığını hissedebilse ne denli mutlu olur, belki de bal damlardı iğnesinden... Ama o bile yaşama destektir her yönüyle olduğu gibi Tadımlık İlk arı, ilk insan ve bal avcılığı Bal arısı, yaşayan canlılar içinde, varlığı en eskilere uzanan türlerin başında yer alır. 120 milyon yıllık yani insanın var oluşundan 20 milyon yıl öncelerine dayanan bir geçmişi olduğu kabul edilmektedir. Bu görüşe destek sağlayan en önemli kanıt yakın bir zamanda Burmada amber taşı içinde canlı haline çok yakın 100 milyon yıllık bir arı fosilinin bulunuşudur. Fosilin ait olduğu dönem, çeşitli böceklerin, kuşların, memelilerin ve çiçekli bitkilerin ilk fosillerinin bulunduğu zamanla örtüşmektedir. Dinozor çağından sonra gelen bu dönem İkinci Zaman olarak adlandırılır. Özellikle hayvan ve bitki çeşitliliğinin meydana geldiği, etçil eşek arılarının polen yeme bağımlılığı kazandığı ve evrimleşerek bal arılarını meydana getirdiği dönem bu dönemdir (Poinar, 2006). Her ne kadar arının varlığıyle ilgili kanıtlar çok eskilere dayansa da insanların var oluşundan bugüne kadar geçen sürede insan ile arı ilişkisinin ne denli eskilere uzandığı bilinmemektedir. Bu ilişkinin başlamasıyla ilgili en eski kanıt MÖ 7000de çizildiği kabul edilen bir resimdir. İspanyanın doğusunda La Cueva de la Arana adı verilen mağarada bulunan Mezolitik çağa ait bu kaya resminde iki insan tarafından uzunca bir ip kullanılarak yabani bir arı yuvasından bal alınışı görülmektedir (Nowottnick, 1997). Yaklaşık 9 bin yıllık geçmişe dayalı bal avcılığı yüksek kayalıklarda veya ağaçlarda yaşayan Hindistan dev arısı Apis dorsatanın balını almak üzere Uzakdoğuda birçok ülkede aynı yöntemlerle sürdürülmektedir. Afrikanın büyük bir bölümünde yayılma gösteren ve bir bölümü kovanlarda barındırılsa bile çoğu yabani olarak ağaçlarda yaşayan Afrika arısı Amadansoniiden bal ve bal mumu üretimi de tarihteki geleneklerle sürdürülmektedir. Bu konuda tarihi kanıt Zimbabvede yine bir kaya resmi olarak ortaya çıkmıştır. Bu resimde bir yerlinin kaya oyuğundaki bir arı yuvasından bal almaya çalıştığı net bir şekilde görülmektedir (Crane, 2005). Arıcılığın doğuşu Doğada yabani halde yaşayan hayvanlardan avlanarak yararlanan insan gereksinim duyduğu besinleri istediğinde elde edebilmek için hayvanları el altında tutma ve onları yönetme yollarını aramıştır. Bu amaçla gelişen evciltme çabaları sonucu arı kolonileri kovan denilen çeşitli yapılar içinde barındırılmaya başlanmıştır. Doğada içi boş bir ağaç kütüğü veya kaya oyuğunda yaşayan bir koloninin bulunuşu ilk kovan fikrinin oluşmasında önemli rol oynamıştır. En eski kovan örneklerinin çamur veya ağaç kütüklerinden yapılması bu görüşü desteklemektedir. Arıcılığa ait ilk girişimin doğadan kesilen bir ağaç gövdesi içinde bulunan arı kolonisi ile MÖ 5000 yıllarında Ortadoğuda başladığı tahmin edilmektedir. Tarih boyunca bal arısı ile insanoğlu arasındaki ilişki, balın ve diğer arı ürünlerinin insan yaşamındaki olağanüstü etkilerinden ve ürünlerin aromasındaki gizeminden kaynaklanmıştır. Bu ilişki kimi zaman kutsanmış, kimi zaman da insanlığın en yüce ilişkilerinde sembol olarak kullanılmıştır. Günümüzde dünyanın birçok yöresinde ilkel koşullarda yürütülen arıcılık çalışmalarının tarihin derinliğinde yürütülenlerle benzerlik taşıması eski dönemlerde arılardan mükemmel bir şekilde yararlanıldığını göstermektedir. Mısırda MÖ 1450lere ait hiyeroglifte çömlek kovanlarla yapılan arıcılık ile aynı yörede bugün uygulanan arıcılık birbirine inanılmaz derecede benzemektedir. Ormanlık olmayan bu bölgede ağaç bulma zorluğu tarihte de, günümüzde de kovanların çamurdan yapılmasını zorunlu kılmıştır. Mitolojide ve eski tarihte arı ve bal Mitolojide arıya ve arı ürünlerine verilen önem çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Yunan mitolojisinde arılar tanrıların habercisi olarak görülmüştür. Arılar kralı olarak da adlandırılan baş tanrı Zeus balla beslenmektedir. Roma mitolojisindeki Mellona ise arılar tanrısı olarak kabul edilmektedir. Hitit mitolojisinde Fırtına Tanrısının kaybolan oğlu Telepinusun sadece arı tarafından geri getirilebilmesi arının gücüne olan inancı ifade etmektedir. İskandinav mitolojisinde tanrıların ölümsüzlüğü Ambrossia yemelerinden kaynaklanmaktadır. Petekteki bal ile polenin karışımından meydana gelen bu besin aynı zamanda eski Yunan olimpik atletlerinin enerji kaynağı olarak kullanılıyordu. Ambrossia Babil, Pers, Çin ve Mısır tarihinde de sonsuz bir sağlık ve gençlik kaynağı olarak kabul edilmiştir (Brown, 1993). Eski Yunanda arıcılıkla ilgili ilk ciddi araştırmalar ve düzenlemeler MÖ 600 dolaylarında gerçekleşmiştir. Ünlü düşünür Aristo (MÖ 384-322) arıcılık üzerine ilk kitabı yazmıştır. Bal, Hipokrat (MÖ 460-377) tarafından yüksek ateş, yaralanma, ödem ve iltihaplanmalara karşı en başta kullanılan madde olmuştur. O dönemde hekimler yüksek ateşten iktidarsızlığa, yaralanmadan strese kadar yaklaşık 50 farklı rahatsızlığa karşı bal önermişlerdir. Anadoluda arıcılık izlerine ilk olarak MÖ 1300 dolaylarında Boğazköyde bulunan Hitit yazıtlarında rastlanmaktadır. Hititler özellikle kutsal binaların yapımında kullandıkları taşlara bal döküp kutsamakla kötülüklerden korunduklarına inanmaktaydılar. Bugünkü Boğazköyde bulunan başkent Hattuşaşta yeraltı yollarının üstü arı kovanı şeklinde tonozlarla örtülüdür. Selçukta eski Efes kenti içinde bulunan ve dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağındaki Artemis heykelinin alt bölümü ve ana gövdesi çok sayıda arı motifiyle süslenmiştir. Efeste arıya verilen önemin d
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat