9786055513283
365358
https://www.turkishbooks.com/books/bruno-bauer-ve-karl-marx-p365358.html
Bruno Bauer ve Karl Marx Bruno Bauerin Marxın Düşüncesi Üzerindeki Etkisi
13.92
Elinizdeki kitap Türkiye literatüründeki iki önemli eksiğin farkına varmak için muazzam ipuçları sunuyor. İlki, Marx'ın entelektüel gelişimi ve onun Hegel ile Genç Hegelciler'e tarihsel referanslarıyla ilgili. Türkiyeli okurun ağırlıklı bir kısmı bu ilişkiyi, Marx'ın Feuerbach ve Hegel'e ilişkin kendi değerlendirmeleri üzerinden okuyor ve -işin ilginç yanı- olduğu gibi kabulleniyor. Aynı durum özellikle Bruno Bauer'e odaklanmış eleştirilerin yoğunlaştığı Kutsal Aile (Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi) için de geçerli. Marx bu metinde eski arkadaşı Bauer'e oldukça nükteli ve hakaretamiz ifadelerle, politik bir kopuşu belirginleştirmek amacıyla saldırıyor. Bauer'in teorik konumu hiç bilinmese de, Marx'ın güçlü kalemi okuyanları büyülü biçimde kendi yanında saf tutmaya zorluyor. Lakin büyü, yazarının bilincinde olduğu ama okurunun hiç tanışmadığı tarihsel bir arka planı da yoğun bir sisle perdelemeye başlıyor. Kant'tan başlayıp, Fichte, Schelling, Hegel ve Bauer'in de içinde olduğu Genç Hegelcilerle devam eden Alman Felsefesi geleneği ve onun en yetkin silahı diyalektiğin tarihsel gelişimi görünmez kılındığında Marksist literatürün Türkiye'deki çorak coğrafyası ile karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. Bruno Bauer ve Karl Marx bu çorak uzamı yeşillendirmek için kışkırtıcı bir başlangıç.
Kitabın önemini bir kat daha arttıran ikinci özelliği ise günümüzle oldukça yakından ilgili; lakin bu önem sadece dikkatli okurun gözlerine açık ve oldukça dolayımlı. Augustinus'tan Thomas Aquinas'a, Anselmus'tan Dun Scotus'a kadar işlenen Hıristiyan teolojisi Spinoza'dan Hegel'e kadar uzanan tarihsel aralıkta da oldukça nitelikli bir rasyonelleştirmeye tabi tutuldu ve elbette Marx ve Feuerbach'ın da dahil olduğu Genç Hegelciler'in din eleştirisi de, bu kuramsal zemin karşısında bir o kadar nitelikli olarak ortaya çıktı. Oysa hakikat ufkunu doğrudan temsil ile kısıtlıyan İslam'ın gündelik ahlaki yükümlülüklere odaklanmış 'kuramsal' zemini, karşısındaki eleştirinin de kısıtlı ve verimsiz bir biçimde gelişmesine neden oldu. Din ve sosyalizm ilişkisinin revaçta bir tartışma olduğu günümüzde elinizdeki kitap, bu konu üzerine sizi tekrardan düşünmeye zorlayacak.
Kitabın unutulmaması gereken bir önemi daha var: Eyüp Ali Kılıçaslan'ın geniş önsözü. Hegel sonrası Marx'a kadar uzanan düşünce iklimini anlayabilmek için Genç Hegelciler'in tarihsel gelişimini sunan metin Türkçe okuyanlar için bir ilk.
Ersin Vedat Elgür
Bruno Bauer (1809-1882) adını genel olarak Karl Marx'ın eserlerindeki eleştirilerden biliyoruz. Sırf Marx birçok eserinde eleştirmiş olduğu için bile tarihsel açıdan Bauer'in muazzam bir öneminin olduğu açıktır. Marx'ın bir dönem hocası ve yakın arkadaşı olan Bauer, Sol-Hegelcilerin en önemli temsilcilerinden biriydi; kurulu din ve devlete karşı insanın bütüncül özgürlüğünü savunuyor ve bu doğrultuda radikal bir mücadele vermek gerektiğine inanıyordu.
Bauer'i Türkiye'deki okurla daha yakından tanıştırmaya çalışmanın iki anlamı bulunuyor: Birincisi, Bruno Bauer özellikle Hıristiyanlığa yönelik eleştirileriyle ve titiz İncil çözümlemeleriyle tarihteki en önemli ateist duruş noktalarından birini temsil etmektedir ve bunu da Hegel'in felsefesini bir bütün olarak göz önünde bulundurarak ve bu felsefenin içrek anlamının ateizm olduğunu ilan ederek yapmaktadır. Hegel'in kendi felsefesiyle Hıristiyanlığı temellendirmiş olduğu gibi basmakalıp lafları duymaya aşina okur için oldukça yadırgatıcı gelebilecek bu girişim dönemin Almanya'sında büyük tartışmalara yol açmış ve Hegel'e yönelik hâkim görüşü çatırdatmıştı. Bu anlamda, Bauer'in düşüncelerini bilmenin hem onun kendi zamanının tartışmalarından haberdar olmak açısından tarihsel, hem Hegel'in felsefesini aykırı bir bakış açısından görmek açısından felsefî, hem de dinin bir kez daha yükselişe geçtiği kendi zamanımızı anlamak açısından güncel bir önemi bulunuyor. İkincisi, Marx'ın Bauer'de neyi eleştirdiği kendi eserlerinden hareketle biliniyor, ama ondan neyi aldığı ya da ondan hangi noktalardan etkilendiği pek bilinen ve üzerinde durulan bir konu değil. Elinizdeki kitap bu etkinin izlerini sürüyor ve ayrıca Marx'ın düşüncesinin oluşum yıllarındaki kimi tartışmalara -Türkçede eksikliğini hissettiğimiz bir nokta- ışık tutuyor.
Kitabın önemini bir kat daha arttıran ikinci özelliği ise günümüzle oldukça yakından ilgili; lakin bu önem sadece dikkatli okurun gözlerine açık ve oldukça dolayımlı. Augustinus'tan Thomas Aquinas'a, Anselmus'tan Dun Scotus'a kadar işlenen Hıristiyan teolojisi Spinoza'dan Hegel'e kadar uzanan tarihsel aralıkta da oldukça nitelikli bir rasyonelleştirmeye tabi tutuldu ve elbette Marx ve Feuerbach'ın da dahil olduğu Genç Hegelciler'in din eleştirisi de, bu kuramsal zemin karşısında bir o kadar nitelikli olarak ortaya çıktı. Oysa hakikat ufkunu doğrudan temsil ile kısıtlıyan İslam'ın gündelik ahlaki yükümlülüklere odaklanmış 'kuramsal' zemini, karşısındaki eleştirinin de kısıtlı ve verimsiz bir biçimde gelişmesine neden oldu. Din ve sosyalizm ilişkisinin revaçta bir tartışma olduğu günümüzde elinizdeki kitap, bu konu üzerine sizi tekrardan düşünmeye zorlayacak.
Kitabın unutulmaması gereken bir önemi daha var: Eyüp Ali Kılıçaslan'ın geniş önsözü. Hegel sonrası Marx'a kadar uzanan düşünce iklimini anlayabilmek için Genç Hegelciler'in tarihsel gelişimini sunan metin Türkçe okuyanlar için bir ilk.
Ersin Vedat Elgür
Bruno Bauer (1809-1882) adını genel olarak Karl Marx'ın eserlerindeki eleştirilerden biliyoruz. Sırf Marx birçok eserinde eleştirmiş olduğu için bile tarihsel açıdan Bauer'in muazzam bir öneminin olduğu açıktır. Marx'ın bir dönem hocası ve yakın arkadaşı olan Bauer, Sol-Hegelcilerin en önemli temsilcilerinden biriydi; kurulu din ve devlete karşı insanın bütüncül özgürlüğünü savunuyor ve bu doğrultuda radikal bir mücadele vermek gerektiğine inanıyordu.
Bauer'i Türkiye'deki okurla daha yakından tanıştırmaya çalışmanın iki anlamı bulunuyor: Birincisi, Bruno Bauer özellikle Hıristiyanlığa yönelik eleştirileriyle ve titiz İncil çözümlemeleriyle tarihteki en önemli ateist duruş noktalarından birini temsil etmektedir ve bunu da Hegel'in felsefesini bir bütün olarak göz önünde bulundurarak ve bu felsefenin içrek anlamının ateizm olduğunu ilan ederek yapmaktadır. Hegel'in kendi felsefesiyle Hıristiyanlığı temellendirmiş olduğu gibi basmakalıp lafları duymaya aşina okur için oldukça yadırgatıcı gelebilecek bu girişim dönemin Almanya'sında büyük tartışmalara yol açmış ve Hegel'e yönelik hâkim görüşü çatırdatmıştı. Bu anlamda, Bauer'in düşüncelerini bilmenin hem onun kendi zamanının tartışmalarından haberdar olmak açısından tarihsel, hem Hegel'in felsefesini aykırı bir bakış açısından görmek açısından felsefî, hem de dinin bir kez daha yükselişe geçtiği kendi zamanımızı anlamak açısından güncel bir önemi bulunuyor. İkincisi, Marx'ın Bauer'de neyi eleştirdiği kendi eserlerinden hareketle biliniyor, ama ondan neyi aldığı ya da ondan hangi noktalardan etkilendiği pek bilinen ve üzerinde durulan bir konu değil. Elinizdeki kitap bu etkinin izlerini sürüyor ve ayrıca Marx'ın düşüncesinin oluşum yıllarındaki kimi tartışmalara -Türkçede eksikliğini hissettiğimiz bir nokta- ışık tutuyor.
Elinizdeki kitap Türkiye literatüründeki iki önemli eksiğin farkına varmak için muazzam ipuçları sunuyor. İlki, Marx'ın entelektüel gelişimi ve onun Hegel ile Genç Hegelciler'e tarihsel referanslarıyla ilgili. Türkiyeli okurun ağırlıklı bir kısmı bu ilişkiyi, Marx'ın Feuerbach ve Hegel'e ilişkin kendi değerlendirmeleri üzerinden okuyor ve -işin ilginç yanı- olduğu gibi kabulleniyor. Aynı durum özellikle Bruno Bauer'e odaklanmış eleştirilerin yoğunlaştığı Kutsal Aile (Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi) için de geçerli. Marx bu metinde eski arkadaşı Bauer'e oldukça nükteli ve hakaretamiz ifadelerle, politik bir kopuşu belirginleştirmek amacıyla saldırıyor. Bauer'in teorik konumu hiç bilinmese de, Marx'ın güçlü kalemi okuyanları büyülü biçimde kendi yanında saf tutmaya zorluyor. Lakin büyü, yazarının bilincinde olduğu ama okurunun hiç tanışmadığı tarihsel bir arka planı da yoğun bir sisle perdelemeye başlıyor. Kant'tan başlayıp, Fichte, Schelling, Hegel ve Bauer'in de içinde olduğu Genç Hegelcilerle devam eden Alman Felsefesi geleneği ve onun en yetkin silahı diyalektiğin tarihsel gelişimi görünmez kılındığında Marksist literatürün Türkiye'deki çorak coğrafyası ile karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. Bruno Bauer ve Karl Marx bu çorak uzamı yeşillendirmek için kışkırtıcı bir başlangıç.
Kitabın önemini bir kat daha arttıran ikinci özelliği ise günümüzle oldukça yakından ilgili; lakin bu önem sadece dikkatli okurun gözlerine açık ve oldukça dolayımlı. Augustinus'tan Thomas Aquinas'a, Anselmus'tan Dun Scotus'a kadar işlenen Hıristiyan teolojisi Spinoza'dan Hegel'e kadar uzanan tarihsel aralıkta da oldukça nitelikli bir rasyonelleştirmeye tabi tutuldu ve elbette Marx ve Feuerbach'ın da dahil olduğu Genç Hegelciler'in din eleştirisi de, bu kuramsal zemin karşısında bir o kadar nitelikli olarak ortaya çıktı. Oysa hakikat ufkunu doğrudan temsil ile kısıtlıyan İslam'ın gündelik ahlaki yükümlülüklere odaklanmış 'kuramsal' zemini, karşısındaki eleştirinin de kısıtlı ve verimsiz bir biçimde gelişmesine neden oldu. Din ve sosyalizm ilişkisinin revaçta bir tartışma olduğu günümüzde elinizdeki kitap, bu konu üzerine sizi tekrardan düşünmeye zorlayacak.
Kitabın unutulmaması gereken bir önemi daha var: Eyüp Ali Kılıçaslan'ın geniş önsözü. Hegel sonrası Marx'a kadar uzanan düşünce iklimini anlayabilmek için Genç Hegelciler'in tarihsel gelişimini sunan metin Türkçe okuyanlar için bir ilk.
Ersin Vedat Elgür
Bruno Bauer (1809-1882) adını genel olarak Karl Marx'ın eserlerindeki eleştirilerden biliyoruz. Sırf Marx birçok eserinde eleştirmiş olduğu için bile tarihsel açıdan Bauer'in muazzam bir öneminin olduğu açıktır. Marx'ın bir dönem hocası ve yakın arkadaşı olan Bauer, Sol-Hegelcilerin en önemli temsilcilerinden biriydi; kurulu din ve devlete karşı insanın bütüncül özgürlüğünü savunuyor ve bu doğrultuda radikal bir mücadele vermek gerektiğine inanıyordu.
Bauer'i Türkiye'deki okurla daha yakından tanıştırmaya çalışmanın iki anlamı bulunuyor: Birincisi, Bruno Bauer özellikle Hıristiyanlığa yönelik eleştirileriyle ve titiz İncil çözümlemeleriyle tarihteki en önemli ateist duruş noktalarından birini temsil etmektedir ve bunu da Hegel'in felsefesini bir bütün olarak göz önünde bulundurarak ve bu felsefenin içrek anlamının ateizm olduğunu ilan ederek yapmaktadır. Hegel'in kendi felsefesiyle Hıristiyanlığı temellendirmiş olduğu gibi basmakalıp lafları duymaya aşina okur için oldukça yadırgatıcı gelebilecek bu girişim dönemin Almanya'sında büyük tartışmalara yol açmış ve Hegel'e yönelik hâkim görüşü çatırdatmıştı. Bu anlamda, Bauer'in düşüncelerini bilmenin hem onun kendi zamanının tartışmalarından haberdar olmak açısından tarihsel, hem Hegel'in felsefesini aykırı bir bakış açısından görmek açısından felsefî, hem de dinin bir kez daha yükselişe geçtiği kendi zamanımızı anlamak açısından güncel bir önemi bulunuyor. İkincisi, Marx'ın Bauer'de neyi eleştirdiği kendi eserlerinden hareketle biliniyor, ama ondan neyi aldığı ya da ondan hangi noktalardan etkilendiği pek bilinen ve üzerinde durulan bir konu değil. Elinizdeki kitap bu etkinin izlerini sürüyor ve ayrıca Marx'ın düşüncesinin oluşum yıllarındaki kimi tartışmalara -Türkçede eksikliğini hissettiğimiz bir nokta- ışık tutuyor.
Kitabın önemini bir kat daha arttıran ikinci özelliği ise günümüzle oldukça yakından ilgili; lakin bu önem sadece dikkatli okurun gözlerine açık ve oldukça dolayımlı. Augustinus'tan Thomas Aquinas'a, Anselmus'tan Dun Scotus'a kadar işlenen Hıristiyan teolojisi Spinoza'dan Hegel'e kadar uzanan tarihsel aralıkta da oldukça nitelikli bir rasyonelleştirmeye tabi tutuldu ve elbette Marx ve Feuerbach'ın da dahil olduğu Genç Hegelciler'in din eleştirisi de, bu kuramsal zemin karşısında bir o kadar nitelikli olarak ortaya çıktı. Oysa hakikat ufkunu doğrudan temsil ile kısıtlıyan İslam'ın gündelik ahlaki yükümlülüklere odaklanmış 'kuramsal' zemini, karşısındaki eleştirinin de kısıtlı ve verimsiz bir biçimde gelişmesine neden oldu. Din ve sosyalizm ilişkisinin revaçta bir tartışma olduğu günümüzde elinizdeki kitap, bu konu üzerine sizi tekrardan düşünmeye zorlayacak.
Kitabın unutulmaması gereken bir önemi daha var: Eyüp Ali Kılıçaslan'ın geniş önsözü. Hegel sonrası Marx'a kadar uzanan düşünce iklimini anlayabilmek için Genç Hegelciler'in tarihsel gelişimini sunan metin Türkçe okuyanlar için bir ilk.
Ersin Vedat Elgür
Bruno Bauer (1809-1882) adını genel olarak Karl Marx'ın eserlerindeki eleştirilerden biliyoruz. Sırf Marx birçok eserinde eleştirmiş olduğu için bile tarihsel açıdan Bauer'in muazzam bir öneminin olduğu açıktır. Marx'ın bir dönem hocası ve yakın arkadaşı olan Bauer, Sol-Hegelcilerin en önemli temsilcilerinden biriydi; kurulu din ve devlete karşı insanın bütüncül özgürlüğünü savunuyor ve bu doğrultuda radikal bir mücadele vermek gerektiğine inanıyordu.
Bauer'i Türkiye'deki okurla daha yakından tanıştırmaya çalışmanın iki anlamı bulunuyor: Birincisi, Bruno Bauer özellikle Hıristiyanlığa yönelik eleştirileriyle ve titiz İncil çözümlemeleriyle tarihteki en önemli ateist duruş noktalarından birini temsil etmektedir ve bunu da Hegel'in felsefesini bir bütün olarak göz önünde bulundurarak ve bu felsefenin içrek anlamının ateizm olduğunu ilan ederek yapmaktadır. Hegel'in kendi felsefesiyle Hıristiyanlığı temellendirmiş olduğu gibi basmakalıp lafları duymaya aşina okur için oldukça yadırgatıcı gelebilecek bu girişim dönemin Almanya'sında büyük tartışmalara yol açmış ve Hegel'e yönelik hâkim görüşü çatırdatmıştı. Bu anlamda, Bauer'in düşüncelerini bilmenin hem onun kendi zamanının tartışmalarından haberdar olmak açısından tarihsel, hem Hegel'in felsefesini aykırı bir bakış açısından görmek açısından felsefî, hem de dinin bir kez daha yükselişe geçtiği kendi zamanımızı anlamak açısından güncel bir önemi bulunuyor. İkincisi, Marx'ın Bauer'de neyi eleştirdiği kendi eserlerinden hareketle biliniyor, ama ondan neyi aldığı ya da ondan hangi noktalardan etkilendiği pek bilinen ve üzerinde durulan bir konu değil. Elinizdeki kitap bu etkinin izlerini sürüyor ve ayrıca Marx'ın düşüncesinin oluşum yıllarındaki kimi tartışmalara -Türkçede eksikliğini hissettiğimiz bir nokta- ışık tutuyor.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.