Alevîlik-Bektaşîlik üzerine çalışan hemen her araştırmacı, söze kaynak yokluğundan şikayet ederek başlamayı alışkanlık haline getirmiştir. Bir yönüyle bu serzenişe hak vermemek imkansızdır. Zira iki ana sebepten dolayı bu toplumun yazılı hafızası zayıftır. Birinci sebep, esas itibariyle sözlü kültüre dayanan bir gelenek içinde şekillenmiş olması ve mensuplarının çok büyük bir çoğunluğunun okuma-yazma bilmiyor olması; ikinci sebep ise her şeye rağmen yazılan bazı kitapların Osmanlı idaresinin baskısı nedeniyle muhafaza edilmesinin, çoğaltılıp yaygınlaştırılmasının ve nesilden nesile aktarılmasının kolay olmamasıdır. Ancak bu, elimizde hiçbir kaynağın olmadığı anlamına da gelmez. Gerek yazma kütüphanelerimizde gerekse Dedelerin hususi kütüphanelerinde kaynak mahiyetinde bir çok el yazması eserin terkedilmişlik içinde makus kaderini yaşamakta olduğu; ya da iyimser bir ifade ile keşfedilmeyi beklemekte´ olduğu ehlince bilinen acı bir durumdur. Ancak araştırmacıların çoğunun bu kaynakların yazıldığı alfabeyi bilmiyor olması, onların bilim dünyasında bilinip kullanılmaları önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Ne var ki, Alevî-Bektaşî toplumunun gerek tarihi gerekse inancının yapısı ve temel unsurları üzerinde sözkonusu kaynaklara müracaat edilmeden söylenecek her söz dayanaksız bir iddia olmaktan öteye geçemeyecektir. O bakımdan mevcut kaynakların hassasiyetle çalışılıp yayınlanması ve bilim dünyasına kazandırılması öncelikli bir mesele olarak önümüzde durmaktadır. Bektaşi Erkannâmesi bu yolda atılan mütevazı bir adım olarak değerlendirilmelidir. Bektaşîlerin nasıl ibadet ettikleri, cemlerini nasıl yaptıkları, hangi duaları okudukları, inanç referanslarının neler olduğu gibi bir çok konuya ışık tutan bu eser, bir Bektaşî dervişinin el kitabı hüviyetindedir. Öte yandan Bektaşî usul ve erkânını, ayinlerini ve inanç esaslarını merak eden okuyucu da bu kısa ve öz kaynak-eserde hiç şüphesiz çok zengin bir içerikle karşılaşacaktır......
Alevîlik-Bektaşîlik üzerine çalışan hemen her araştırmacı, söze kaynak yokluğundan şikayet ederek başlamayı alışkanlık haline getirmiştir. Bir yönüyle bu serzenişe hak vermemek imkansızdır. Zira iki ana sebepten dolayı bu toplumun yazılı hafızası zayıftır. Birinci sebep, esas itibariyle sözlü kültüre dayanan bir gelenek içinde şekillenmiş olması ve mensuplarının çok büyük bir çoğunluğunun okuma-yazma bilmiyor olması; ikinci sebep ise her şeye rağmen yazılan bazı kitapların Osmanlı idaresinin baskısı nedeniyle muhafaza edilmesinin, çoğaltılıp yaygınlaştırılmasının ve nesilden nesile aktarılmasının kolay olmamasıdır. Ancak bu, elimizde hiçbir kaynağın olmadığı anlamına da gelmez. Gerek yazma kütüphanelerimizde gerekse Dedelerin hususi kütüphanelerinde kaynak mahiyetinde bir çok el yazması eserin terkedilmişlik içinde makus kaderini yaşamakta olduğu; ya da iyimser bir ifade ile keşfedilmeyi beklemekte´ olduğu ehlince bilinen acı bir durumdur. Ancak araştırmacıların çoğunun bu kaynakların yazıldığı alfabeyi bilmiyor olması, onların bilim dünyasında bilinip kullanılmaları önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Ne var ki, Alevî-Bektaşî toplumunun gerek tarihi gerekse inancının yapısı ve temel unsurları üzerinde sözkonusu kaynaklara müracaat edilmeden söylenecek her söz dayanaksız bir iddia olmaktan öteye geçemeyecektir. O bakımdan mevcut kaynakların hassasiyetle çalışılıp yayınlanması ve bilim dünyasına kazandırılması öncelikli bir mesele olarak önümüzde durmaktadır. Bektaşi Erkannâmesi bu yolda atılan mütevazı bir adım olarak değerlendirilmelidir. Bektaşîlerin nasıl ibadet ettikleri, cemlerini nasıl yaptıkları, hangi duaları okudukları, inanç referanslarının neler olduğu gibi bir çok konuya ışık tutan bu eser, bir Bektaşî dervişinin el kitabı hüviyetindedir. Öte yandan Bektaşî usul ve erkânını, ayinlerini ve inanç esaslarını merak eden okuyucu da bu kısa ve öz kaynak-eserde hiç şüphesiz çok zengin bir içerikle karşılaşacaktır......