9786257904827
501185
https://www.turkishbooks.com/books/azerbaycan-istiklal-savasindan-sahneler-p501185.html
Azerbaycan İstiklal Savaşından Sahneler Abdulvahap Yurtsever
8.064
... 1932-1933 kışında korkunç bir kıtlık ve açlık Sovyetler Birliği'ni baştanbaşa kasıp kavuruyordu.
Bütün diğer Rus şehirlerinde olduğu gibi Saratov'da dahi cadde kaldırımları üzerine sonu gelmez
sürü halinde oturan aç çocuk, kadın ve ihtiyarlar ellerini uzatarak ve hissiz gözler ile yoldan
geçenlere bakarak bir parça ekmek dileniyorlardı. Bu zavallı mahlûklar haftalarca yiyecek bir şey
bulamadıkları için kollarının ve bacaklarının yağları bileklerine ve topuklarına kadar inmiş, derileri
kemiklerine yapışmış, renkleri solmuş ve gözlerinin ışığı sönmüştü. Hemen hemen ölümün eşiğinde
bulunan bu insanlara artık vatandaşların yardım etmelerine de imkân kalmamıştı...
Kimse tarafından bakılmayan ve itina görmeyen zavallı insanlar sessiz ve sedasız surette sürüne
sürüne parklara ve bahçelere çekilip oralarda can veriyorlardı. Akşamları belediye arabaları
parkların kapılarına yanaşarak onların cesetlerini topluyor ve şehir dışına götürerek umumî
mezarlıkta bir çukur içine gömüyorlardı. Bir kısmını da üzerlerinde anatomik teşhir yapılmak üzere
üniversitelere teslim ediyorlardı. Her gece parklardan ve bahçelerden binlerce ceset toplanıyordu. Bu
manzaraya birçok defa şahit oldum. Saratov Üniversitesinin mahzeninde, açlıktan ölenlerin cesetleri
odun gibi birbirinin üzerine konarak tavana kadar varmıştı... Açlık insanları tefrik etmeden her şeyi yemeye mecbur kılıyordu. Hiçbir şey bulamayınca
çöplüklerden eşeleyip çıkardıkları patates ve hıyar kabuklarını yiyorlardı. Kedileri ve köpekleri
keserek etiyle açlıklarını gideriyorlardı. Kısa zamanda ortada kedi ve köpek diye bir şey kalmamıştı.
Bir gün Saratov pazar yerinde dolaşırken acıklı bir manzara ile karşılaşmıştım. Orta yaşlı, uzun
boylu bir Rus sokaktan yakaladığı bitkin bir köpeği çuvala koyarak evine götürmek istiyordu.
Etrafını çeviren kadın ve erkekler polis çağırarak onu yakalatmak istiyorlardı. Polis kendisine köpeği
ne yapmak istediğini sordu. Kadın ve erkekler onun bu köpeği keserek ve etini diğer etlere
karıştırarak millete satmak niyetinde olduğunu iddia ediyorlardı. Adam bu gülünç iddiayı duyunca
kederinden hüngür hüngür ağlayarak polise şu cevabı verdi:"Üç çocuğum ve karımla beraber
hepimiz veremliyiz. Yiyecek bir şey bulamıyoruz. Bu köpeği çocuklarıma gıda olarak
götürüyorum..."
Gece yarısından sonra feci bir manzaraya şahit oldum. Kolhozcu çiftçilerden birkaç kişi, tifodan
ölen birisinin yumuşak etlerini keserek, ateş üzerinde kızartıyor ve yiyorlardı. Manzaranın vahşeti
karşısında çıldırmak işten bile değildi. Fakat anlaşılan, o muhit buna da alışmıştı. Baktım, vaziyet
gayet kötü. Açlık ve susuzluktan ölmesek bile, tifo ve türlü bulaşıcı hastalıklardan öleceğimiz
muhakkaktı...
Bütün diğer Rus şehirlerinde olduğu gibi Saratov'da dahi cadde kaldırımları üzerine sonu gelmez
sürü halinde oturan aç çocuk, kadın ve ihtiyarlar ellerini uzatarak ve hissiz gözler ile yoldan
geçenlere bakarak bir parça ekmek dileniyorlardı. Bu zavallı mahlûklar haftalarca yiyecek bir şey
bulamadıkları için kollarının ve bacaklarının yağları bileklerine ve topuklarına kadar inmiş, derileri
kemiklerine yapışmış, renkleri solmuş ve gözlerinin ışığı sönmüştü. Hemen hemen ölümün eşiğinde
bulunan bu insanlara artık vatandaşların yardım etmelerine de imkân kalmamıştı...
Kimse tarafından bakılmayan ve itina görmeyen zavallı insanlar sessiz ve sedasız surette sürüne
sürüne parklara ve bahçelere çekilip oralarda can veriyorlardı. Akşamları belediye arabaları
parkların kapılarına yanaşarak onların cesetlerini topluyor ve şehir dışına götürerek umumî
mezarlıkta bir çukur içine gömüyorlardı. Bir kısmını da üzerlerinde anatomik teşhir yapılmak üzere
üniversitelere teslim ediyorlardı. Her gece parklardan ve bahçelerden binlerce ceset toplanıyordu. Bu
manzaraya birçok defa şahit oldum. Saratov Üniversitesinin mahzeninde, açlıktan ölenlerin cesetleri
odun gibi birbirinin üzerine konarak tavana kadar varmıştı... Açlık insanları tefrik etmeden her şeyi yemeye mecbur kılıyordu. Hiçbir şey bulamayınca
çöplüklerden eşeleyip çıkardıkları patates ve hıyar kabuklarını yiyorlardı. Kedileri ve köpekleri
keserek etiyle açlıklarını gideriyorlardı. Kısa zamanda ortada kedi ve köpek diye bir şey kalmamıştı.
Bir gün Saratov pazar yerinde dolaşırken acıklı bir manzara ile karşılaşmıştım. Orta yaşlı, uzun
boylu bir Rus sokaktan yakaladığı bitkin bir köpeği çuvala koyarak evine götürmek istiyordu.
Etrafını çeviren kadın ve erkekler polis çağırarak onu yakalatmak istiyorlardı. Polis kendisine köpeği
ne yapmak istediğini sordu. Kadın ve erkekler onun bu köpeği keserek ve etini diğer etlere
karıştırarak millete satmak niyetinde olduğunu iddia ediyorlardı. Adam bu gülünç iddiayı duyunca
kederinden hüngür hüngür ağlayarak polise şu cevabı verdi:"Üç çocuğum ve karımla beraber
hepimiz veremliyiz. Yiyecek bir şey bulamıyoruz. Bu köpeği çocuklarıma gıda olarak
götürüyorum..."
Gece yarısından sonra feci bir manzaraya şahit oldum. Kolhozcu çiftçilerden birkaç kişi, tifodan
ölen birisinin yumuşak etlerini keserek, ateş üzerinde kızartıyor ve yiyorlardı. Manzaranın vahşeti
karşısında çıldırmak işten bile değildi. Fakat anlaşılan, o muhit buna da alışmıştı. Baktım, vaziyet
gayet kötü. Açlık ve susuzluktan ölmesek bile, tifo ve türlü bulaşıcı hastalıklardan öleceğimiz
muhakkaktı...
... 1932-1933 kışında korkunç bir kıtlık ve açlık Sovyetler Birliği'ni baştanbaşa kasıp kavuruyordu.
Bütün diğer Rus şehirlerinde olduğu gibi Saratov'da dahi cadde kaldırımları üzerine sonu gelmez
sürü halinde oturan aç çocuk, kadın ve ihtiyarlar ellerini uzatarak ve hissiz gözler ile yoldan
geçenlere bakarak bir parça ekmek dileniyorlardı. Bu zavallı mahlûklar haftalarca yiyecek bir şey
bulamadıkları için kollarının ve bacaklarının yağları bileklerine ve topuklarına kadar inmiş, derileri
kemiklerine yapışmış, renkleri solmuş ve gözlerinin ışığı sönmüştü. Hemen hemen ölümün eşiğinde
bulunan bu insanlara artık vatandaşların yardım etmelerine de imkân kalmamıştı...
Kimse tarafından bakılmayan ve itina görmeyen zavallı insanlar sessiz ve sedasız surette sürüne
sürüne parklara ve bahçelere çekilip oralarda can veriyorlardı. Akşamları belediye arabaları
parkların kapılarına yanaşarak onların cesetlerini topluyor ve şehir dışına götürerek umumî
mezarlıkta bir çukur içine gömüyorlardı. Bir kısmını da üzerlerinde anatomik teşhir yapılmak üzere
üniversitelere teslim ediyorlardı. Her gece parklardan ve bahçelerden binlerce ceset toplanıyordu. Bu
manzaraya birçok defa şahit oldum. Saratov Üniversitesinin mahzeninde, açlıktan ölenlerin cesetleri
odun gibi birbirinin üzerine konarak tavana kadar varmıştı... Açlık insanları tefrik etmeden her şeyi yemeye mecbur kılıyordu. Hiçbir şey bulamayınca
çöplüklerden eşeleyip çıkardıkları patates ve hıyar kabuklarını yiyorlardı. Kedileri ve köpekleri
keserek etiyle açlıklarını gideriyorlardı. Kısa zamanda ortada kedi ve köpek diye bir şey kalmamıştı.
Bir gün Saratov pazar yerinde dolaşırken acıklı bir manzara ile karşılaşmıştım. Orta yaşlı, uzun
boylu bir Rus sokaktan yakaladığı bitkin bir köpeği çuvala koyarak evine götürmek istiyordu.
Etrafını çeviren kadın ve erkekler polis çağırarak onu yakalatmak istiyorlardı. Polis kendisine köpeği
ne yapmak istediğini sordu. Kadın ve erkekler onun bu köpeği keserek ve etini diğer etlere
karıştırarak millete satmak niyetinde olduğunu iddia ediyorlardı. Adam bu gülünç iddiayı duyunca
kederinden hüngür hüngür ağlayarak polise şu cevabı verdi:"Üç çocuğum ve karımla beraber
hepimiz veremliyiz. Yiyecek bir şey bulamıyoruz. Bu köpeği çocuklarıma gıda olarak
götürüyorum..."
Gece yarısından sonra feci bir manzaraya şahit oldum. Kolhozcu çiftçilerden birkaç kişi, tifodan
ölen birisinin yumuşak etlerini keserek, ateş üzerinde kızartıyor ve yiyorlardı. Manzaranın vahşeti
karşısında çıldırmak işten bile değildi. Fakat anlaşılan, o muhit buna da alışmıştı. Baktım, vaziyet
gayet kötü. Açlık ve susuzluktan ölmesek bile, tifo ve türlü bulaşıcı hastalıklardan öleceğimiz
muhakkaktı...
Bütün diğer Rus şehirlerinde olduğu gibi Saratov'da dahi cadde kaldırımları üzerine sonu gelmez
sürü halinde oturan aç çocuk, kadın ve ihtiyarlar ellerini uzatarak ve hissiz gözler ile yoldan
geçenlere bakarak bir parça ekmek dileniyorlardı. Bu zavallı mahlûklar haftalarca yiyecek bir şey
bulamadıkları için kollarının ve bacaklarının yağları bileklerine ve topuklarına kadar inmiş, derileri
kemiklerine yapışmış, renkleri solmuş ve gözlerinin ışığı sönmüştü. Hemen hemen ölümün eşiğinde
bulunan bu insanlara artık vatandaşların yardım etmelerine de imkân kalmamıştı...
Kimse tarafından bakılmayan ve itina görmeyen zavallı insanlar sessiz ve sedasız surette sürüne
sürüne parklara ve bahçelere çekilip oralarda can veriyorlardı. Akşamları belediye arabaları
parkların kapılarına yanaşarak onların cesetlerini topluyor ve şehir dışına götürerek umumî
mezarlıkta bir çukur içine gömüyorlardı. Bir kısmını da üzerlerinde anatomik teşhir yapılmak üzere
üniversitelere teslim ediyorlardı. Her gece parklardan ve bahçelerden binlerce ceset toplanıyordu. Bu
manzaraya birçok defa şahit oldum. Saratov Üniversitesinin mahzeninde, açlıktan ölenlerin cesetleri
odun gibi birbirinin üzerine konarak tavana kadar varmıştı... Açlık insanları tefrik etmeden her şeyi yemeye mecbur kılıyordu. Hiçbir şey bulamayınca
çöplüklerden eşeleyip çıkardıkları patates ve hıyar kabuklarını yiyorlardı. Kedileri ve köpekleri
keserek etiyle açlıklarını gideriyorlardı. Kısa zamanda ortada kedi ve köpek diye bir şey kalmamıştı.
Bir gün Saratov pazar yerinde dolaşırken acıklı bir manzara ile karşılaşmıştım. Orta yaşlı, uzun
boylu bir Rus sokaktan yakaladığı bitkin bir köpeği çuvala koyarak evine götürmek istiyordu.
Etrafını çeviren kadın ve erkekler polis çağırarak onu yakalatmak istiyorlardı. Polis kendisine köpeği
ne yapmak istediğini sordu. Kadın ve erkekler onun bu köpeği keserek ve etini diğer etlere
karıştırarak millete satmak niyetinde olduğunu iddia ediyorlardı. Adam bu gülünç iddiayı duyunca
kederinden hüngür hüngür ağlayarak polise şu cevabı verdi:"Üç çocuğum ve karımla beraber
hepimiz veremliyiz. Yiyecek bir şey bulamıyoruz. Bu köpeği çocuklarıma gıda olarak
götürüyorum..."
Gece yarısından sonra feci bir manzaraya şahit oldum. Kolhozcu çiftçilerden birkaç kişi, tifodan
ölen birisinin yumuşak etlerini keserek, ateş üzerinde kızartıyor ve yiyorlardı. Manzaranın vahşeti
karşısında çıldırmak işten bile değildi. Fakat anlaşılan, o muhit buna da alışmıştı. Baktım, vaziyet
gayet kötü. Açlık ve susuzluktan ölmesek bile, tifo ve türlü bulaşıcı hastalıklardan öleceğimiz
muhakkaktı...
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.