Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde Aşka Dair Seçilmiş Mısralar ve Beyitler 1417-1950

Stok Kodu:
9789750810824
Boyut:
135-210
Sayfa Sayısı:
92
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2012-04
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%20 indirimli
1.67
1.34
9789750810824
15035
Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde
Aşk İmiş Her Ne Vâr Âlemde Aşka Dair Seçilmiş Mısralar ve Beyitler 1417-1950
1.335
''Divan şiiri, edebiyatımızın bir has bahçesi gibidir. Bu zaman ve bu iklim içinde her his ve her fikir, klasik bir zevkle duyulur, incelmiş bu üslupla yazılır ve üstadane bir eda ile söylenirdi. Öyke ki bu edebiyatı, beş, beş buçuk asırlık şairlerimiz, şiirlerinin kalıpları, vezin ve kafiyeleri içine gönüllerinin, ruhlarının seslerini neylere üfler gibi üfleye üfleye büyülemişlerdir. İşte böyle her mısra, erişmek istedikleri kemali bulunca, böyle, onlar da 'eş'arı böyle söyler üstad söyleyince' derlerdi. Her mısraları bir icmal ile değil de her zaman dikkat ve itina ile okunmak isterler." 15. yüzyıl başından 20. yüzyıl ortasına kadar gelen süreçte divan şiirinden ve Batılılaşma dönemi şairlerinden aşk üstüne söylenmiş mısralar ve beyitler. İnce bir zevkin imbiğinden süzülmüş bir seçki ya da güldeste geleneğinin ilginç bi halkası. Tadımlık Önsöz Divan şiiri, edebiyatımızın bir has bahçesi gibidir. Bu zaman ve bu iklim içinde her his ve her fikir, klasik bir zevkle duyulur, tıraşide bir üslûbla yazılır ve üstâdâne bir edâ ile söylenilirdi. Öyle ki, bu edebiyatı, beş, beş buçuk asırlık şairlerimiz, şiirlerinin kalıpları, vezin ve kafiyeleri içine gönüllerinin, ruhlarının seslerini neylere üfler gibi üfleye üfleye büyülemişlerdir. İşte böyle her mısra, erişmek istedikleri kemali bulunca, onlar da: Eşârı böyle söyler üstâd söyleyince! derlerdi. Her mısraları bir icmâl olan bu klasik şairler, hiçbir zaman acele ve ihmal ile değil de her zaman dikkat ve itina ile okunmak isterler. Bu şairlerin, beşerî, dünyevî hislerle birlikte aşk ve sevdayı da derin derin duydukları görülür. Gönüllerini hemen her zaman bir aşk ve vuslat hayali kaplar. İnsan talihinin aşk mucizesiyle olan alâkasını her zaman duyarlar. Bu zamanların şairleri de, mahrem duygularını ve sevgilerini uzun uzun söylerler. Fakat onlar aşklarını anlatırken bile klasik kalmayı bilir, yani her türlü şahsî hayat şartlarından tecerrüd etmiş en şümullü bir beşer talihi içinde, ebediyet boyu gelip geçmiş mevsimlerin, bütün günler ve gecelerin, daha da geçecek zaman ile başkalarının da iştirak edecekleri hisleri dile getirirler. Bu zamanların şairleri, hayatın gündelik icaplarının değil, bütün zamanlara ait beşerî hislerin, aşkların kâtipleri olur ve mısraları da, birer darbımesel gibi nesilden nesile geçerek duyulur. Bu zamanların şairlerinin aşk bahsinde bir görenekleri, muayyen mazmunları, cevaz verilmiş mevzuları vardır. Birçok şairler aşktan bahsederken maddî hislerini manen fikirlerle o kadar karıştırırlar ki bunların cismanî ve ruhî ibtilâları müşterek bir varlık gibidir ve o kadar gayr-i vâzıhtırlardır ki, bir mazmun ile ifade edilen bu aşkın cinsiyeti bile çok defa tamamen belirmez. Hattâ mâşuk kelimesi de bazan tasavvufî mânâsiyle kabul edilmiş olur. Bu zaman şairlerinin biri: Sûfî mecâz anladı yâre mahabbetim / Âlemde kimse bilmedi gitti hakikatim! diyor. Bu şairler, bütün hususiyetlerine, yaşadıkları devir farklarına, şahsî şivelerine, zatî seslerine rağmen, birbirlerine daima biraz akrabadırlar. Yine bu şairler, kendi hususiyetlerine sadık kaldıkları halde bazan da beklenmedik başkalıklar gösterirler. Bütün bu ruhların ve bu zevklerin değişik mevsimleriyle dağınık duyguları, bazan birbirlerine benzemeyen şairleri birbirlerine yaklaştırır; bazan da birbirlerine benzeyenleri birbirlerinden uzaklaştırır. Şairleri dinlersek, geçen asırlara rağmen, bize, insan gönüllerinde de, insan cemiyetlerinde de aşk faslında büyük değişiklikler olmamış gibi gelir. Ne kadar şahsî fikir ve hisleri anlatmak isteseler de, mısraları hemen hemen aynı hisler, kelimeler ve ifade ile bir edebiyat tarihi dersi vermiş, bir edebiyat hulâsası yapmış gibi olur. İnsan vücut ve ruhunun tabiî bir incizâbla duydukları aşkları şairler hemen her zaman bir iman, bazan bir buhran halinde, nakaratlarla terennüm etmişlerdir. Bazan saadet demlerinde sazlarla birlikte söylemişler, bazan da felâket zamanlarında feryadlarla inlemişlerdir. Hissettikleri aşklar bazan tabiat değiştirir: Bazan mecnun, coşkun, vefakâr, fedakâr olur; bazan ruhun ihtiyacı olmaktan ziyade, vücudun bir âdetine döner; bazan da bir azap, bir humma olur. Fakat bütün ömürlerince, mevsimler ve devirler gelip geçtikçe, bozulup değiştikçe, onların üslûblaşmış dilleri, tıpkı dinleri gibi her zaman olduğu şekilde kalır. Ezelden müştak gönülleri, insan güzelliklerine her an hayrandır; Müslüman ruhları payen şarkılar söyler, bahar bir aşk devri, bir vuslat mevsimi, gül ve bülbül eyyâmı olur. Böylece bu zaman şairlerinin şiirlerinde açan güller, şakıyan bülbüller, bir ebedî bahar havası vardır. Bu zamanların şairleri, sevgililerinin yüzlerinde ve vücutlarındaki güzellikleri, gözleri, kaşları, ağzı, dudakları, saçları, kolları, elleri, ayakları, boyları terennüm ederler. Bir aşkla, bir aşk mevsimiyle iktifa etmeyen gönüllerinin geçici, hevâ vü heveslerinden dem vururlar. Vefalı, daüssılalı aşkların mucizelerini duyururlar. Onların her türlü hislerle geçirmiş oldukları zamanları vardır. Yâr diye sevdikleri, kendilerine bir siyânet meleği gibi görünen cânânları, derken dünyayı zindan eden dildârları vardır. Birer humma gibi duyulan kara sevdalara uğrarlar. O sevgilileri imâleli telâffuzlarıyla, yâr, cânân, dildâr diye çağırırlar, methederler, onlara şükrederler, sitem ederler ve onları yâdederler. Kâm ve vuslatın nimetini, saadetini, cennetini; hasret ve hicrânın hastalığını, buhrânını, menfâsını; nihayet yâd ve tahatturun tesellisini ve tedavisini bize duyuran bu şairler, denilebilir ki birtakım sihirbazlardır. Nice vuslatların sonu ya firak ve iftirak, ya hasret ve hicrândır. Biz de, gün gelip, bir aşk baharının uçmuş kokularını arar, daha uzun sürecek bir yâd ve tahattur mevsimine geçeriz. Mevsimler geçer, yaşlar değişir ve biz de inkılâb ederiz. Bir zamanlar en ziyade iştiyak duyduğumuz bir şairden bir başka şaire intikal ederiz. Birini pek ziyade beğenirken, gün gelir, bir ötekini daha ziyade sevmeğe koyulur, belki eski zevkimize de ihanet etmiş gibi oluruz. Şairlerin kendileri de gönüllerinde bir hevâ vü hevesle dolaşırken başka bir havaya kapılmış olurlar. Bir şairin ismini hevâ vü heves faslında ararken hasret ve hicrân faslında buluru
''Divan şiiri, edebiyatımızın bir has bahçesi gibidir. Bu zaman ve bu iklim içinde her his ve her fikir, klasik bir zevkle duyulur, incelmiş bu üslupla yazılır ve üstadane bir eda ile söylenirdi. Öyke ki bu edebiyatı, beş, beş buçuk asırlık şairlerimiz, şiirlerinin kalıpları, vezin ve kafiyeleri içine gönüllerinin, ruhlarının seslerini neylere üfler gibi üfleye üfleye büyülemişlerdir. İşte böyle her mısra, erişmek istedikleri kemali bulunca, böyle, onlar da 'eş'arı böyle söyler üstad söyleyince' derlerdi. Her mısraları bir icmal ile değil de her zaman dikkat ve itina ile okunmak isterler." 15. yüzyıl başından 20. yüzyıl ortasına kadar gelen süreçte divan şiirinden ve Batılılaşma dönemi şairlerinden aşk üstüne söylenmiş mısralar ve beyitler. İnce bir zevkin imbiğinden süzülmüş bir seçki ya da güldeste geleneğinin ilginç bi halkası. Tadımlık Önsöz Divan şiiri, edebiyatımızın bir has bahçesi gibidir. Bu zaman ve bu iklim içinde her his ve her fikir, klasik bir zevkle duyulur, tıraşide bir üslûbla yazılır ve üstâdâne bir edâ ile söylenilirdi. Öyle ki, bu edebiyatı, beş, beş buçuk asırlık şairlerimiz, şiirlerinin kalıpları, vezin ve kafiyeleri içine gönüllerinin, ruhlarının seslerini neylere üfler gibi üfleye üfleye büyülemişlerdir. İşte böyle her mısra, erişmek istedikleri kemali bulunca, onlar da: Eşârı böyle söyler üstâd söyleyince! derlerdi. Her mısraları bir icmâl olan bu klasik şairler, hiçbir zaman acele ve ihmal ile değil de her zaman dikkat ve itina ile okunmak isterler. Bu şairlerin, beşerî, dünyevî hislerle birlikte aşk ve sevdayı da derin derin duydukları görülür. Gönüllerini hemen her zaman bir aşk ve vuslat hayali kaplar. İnsan talihinin aşk mucizesiyle olan alâkasını her zaman duyarlar. Bu zamanların şairleri de, mahrem duygularını ve sevgilerini uzun uzun söylerler. Fakat onlar aşklarını anlatırken bile klasik kalmayı bilir, yani her türlü şahsî hayat şartlarından tecerrüd etmiş en şümullü bir beşer talihi içinde, ebediyet boyu gelip geçmiş mevsimlerin, bütün günler ve gecelerin, daha da geçecek zaman ile başkalarının da iştirak edecekleri hisleri dile getirirler. Bu zamanların şairleri, hayatın gündelik icaplarının değil, bütün zamanlara ait beşerî hislerin, aşkların kâtipleri olur ve mısraları da, birer darbımesel gibi nesilden nesile geçerek duyulur. Bu zamanların şairlerinin aşk bahsinde bir görenekleri, muayyen mazmunları, cevaz verilmiş mevzuları vardır. Birçok şairler aşktan bahsederken maddî hislerini manen fikirlerle o kadar karıştırırlar ki bunların cismanî ve ruhî ibtilâları müşterek bir varlık gibidir ve o kadar gayr-i vâzıhtırlardır ki, bir mazmun ile ifade edilen bu aşkın cinsiyeti bile çok defa tamamen belirmez. Hattâ mâşuk kelimesi de bazan tasavvufî mânâsiyle kabul edilmiş olur. Bu zaman şairlerinin biri: Sûfî mecâz anladı yâre mahabbetim / Âlemde kimse bilmedi gitti hakikatim! diyor. Bu şairler, bütün hususiyetlerine, yaşadıkları devir farklarına, şahsî şivelerine, zatî seslerine rağmen, birbirlerine daima biraz akrabadırlar. Yine bu şairler, kendi hususiyetlerine sadık kaldıkları halde bazan da beklenmedik başkalıklar gösterirler. Bütün bu ruhların ve bu zevklerin değişik mevsimleriyle dağınık duyguları, bazan birbirlerine benzemeyen şairleri birbirlerine yaklaştırır; bazan da birbirlerine benzeyenleri birbirlerinden uzaklaştırır. Şairleri dinlersek, geçen asırlara rağmen, bize, insan gönüllerinde de, insan cemiyetlerinde de aşk faslında büyük değişiklikler olmamış gibi gelir. Ne kadar şahsî fikir ve hisleri anlatmak isteseler de, mısraları hemen hemen aynı hisler, kelimeler ve ifade ile bir edebiyat tarihi dersi vermiş, bir edebiyat hulâsası yapmış gibi olur. İnsan vücut ve ruhunun tabiî bir incizâbla duydukları aşkları şairler hemen her zaman bir iman, bazan bir buhran halinde, nakaratlarla terennüm etmişlerdir. Bazan saadet demlerinde sazlarla birlikte söylemişler, bazan da felâket zamanlarında feryadlarla inlemişlerdir. Hissettikleri aşklar bazan tabiat değiştirir: Bazan mecnun, coşkun, vefakâr, fedakâr olur; bazan ruhun ihtiyacı olmaktan ziyade, vücudun bir âdetine döner; bazan da bir azap, bir humma olur. Fakat bütün ömürlerince, mevsimler ve devirler gelip geçtikçe, bozulup değiştikçe, onların üslûblaşmış dilleri, tıpkı dinleri gibi her zaman olduğu şekilde kalır. Ezelden müştak gönülleri, insan güzelliklerine her an hayrandır; Müslüman ruhları payen şarkılar söyler, bahar bir aşk devri, bir vuslat mevsimi, gül ve bülbül eyyâmı olur. Böylece bu zaman şairlerinin şiirlerinde açan güller, şakıyan bülbüller, bir ebedî bahar havası vardır. Bu zamanların şairleri, sevgililerinin yüzlerinde ve vücutlarındaki güzellikleri, gözleri, kaşları, ağzı, dudakları, saçları, kolları, elleri, ayakları, boyları terennüm ederler. Bir aşkla, bir aşk mevsimiyle iktifa etmeyen gönüllerinin geçici, hevâ vü heveslerinden dem vururlar. Vefalı, daüssılalı aşkların mucizelerini duyururlar. Onların her türlü hislerle geçirmiş oldukları zamanları vardır. Yâr diye sevdikleri, kendilerine bir siyânet meleği gibi görünen cânânları, derken dünyayı zindan eden dildârları vardır. Birer humma gibi duyulan kara sevdalara uğrarlar. O sevgilileri imâleli telâffuzlarıyla, yâr, cânân, dildâr diye çağırırlar, methederler, onlara şükrederler, sitem ederler ve onları yâdederler. Kâm ve vuslatın nimetini, saadetini, cennetini; hasret ve hicrânın hastalığını, buhrânını, menfâsını; nihayet yâd ve tahatturun tesellisini ve tedavisini bize duyuran bu şairler, denilebilir ki birtakım sihirbazlardır. Nice vuslatların sonu ya firak ve iftirak, ya hasret ve hicrândır. Biz de, gün gelip, bir aşk baharının uçmuş kokularını arar, daha uzun sürecek bir yâd ve tahattur mevsimine geçeriz. Mevsimler geçer, yaşlar değişir ve biz de inkılâb ederiz. Bir zamanlar en ziyade iştiyak duyduğumuz bir şairden bir başka şaire intikal ederiz. Birini pek ziyade beğenirken, gün gelir, bir ötekini daha ziyade sevmeğe koyulur, belki eski zevkimize de ihanet etmiş gibi oluruz. Şairlerin kendileri de gönüllerinde bir hevâ vü hevesle dolaşırken başka bir havaya kapılmış olurlar. Bir şairin ismini hevâ vü heves faslında ararken hasret ve hicrân faslında buluru
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat