Albion'un Rüyası

Stok Kodu:
9789753637824
Boyut:
135-210
Sayfa Sayısı:
200
Baskı:
10
Basım Tarihi:
2018-05
Çeviren:
Sevgi Sanlı
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%20 indirimli
6.60
5.28
9789753637824
16729
Albion'un Rüyası
Albion'un Rüyası
5.28
Edward Yeoman, amcasının çiftliğinde bir kütüphanenin arkasına saklanmış, toz ve örümcek ağlarıyla kaplı bir kutu bulur. Kutunun içinden eski bir oyun tahtası çıkar. Oyunun adı "Albion´un Rüyası"dır. Edward kısa sürede üzerinde tuhaf simgeler olan kırmızı zarı ve esrarengiz çağrışımlar yapan oyun kartlarını kullanarak oyunu nasıl oynayacağını keşfeder ve büyüsüne kapılır. Ama çok geçmeden "Albion´un Rüyası"nın basit bir şans oyunundan çok daha fazla bir şey olduğunu anlayacaktır... Roger Norman´ın ilk yapıtı olan "Albion´un Rüyası", bir sis perdesini aralayarak sizleri beklenmedik garip olaylar örgüsü içinde gerilim dolu bir yolculuğa çıkaracak. (Arka Kapak) Tadımlık Oyunun Adı Uzun, upuzun bir yolculuktan, iki bin mil aştıktan sonra, direk çukuru kazmasını, tarh açmasını, ağaç dikmesini, tavuk kesmesini, taş duvar örmesini öğrenmek varmış nasibimde; ama buranın toprağı Wessex topraklarına benzemez. Ağaçları bodurdur, ırmakları kurumaya yüz tutar, tepeleri tüm engelleri kaplayan tıkız fundalıklarla örtülüdür. Ailem burada, evim barkım burada, gelgelelim Wessexten çok uzaklarda. Tepe dedin mi Hambledonın otluk yamaçlarını düşünürüm; ağaç dedin mi Dorsette göklere yükselen dizi dizi akgürgenlerle kara yazgılı karaağaçlar belirir gözümün önünde; ırmak dedin mi Dorset Irmağını görür gibi olurum:Kâh alçaktan dupduru akan, kıyıları buz tutmuş, kâh boz bulanık sellerle yükselen ya da yeşil sazlar, yusufçuklarla yaz şenliğine dönen ırmağı. Yuva dedin mi, o ırmağın bir dönemeci gönlüme düşer. Orada annem beni yakalayıp kulağıma bir aşk efsunu üflemiş olmalı. Belki de ilk turnabalığımı tuttuğum yerdir orası. Blackmoor Vadisi yurdumuzdur ama kuzey bayırlarını aşınca, geniş sulak düzlüklerinin ötesinde, Quantockların eteğinde küçük Turnworth Köyü vardır. Babamın soyu sopu oradan gelmiş. Amcamın çiftliği de oradadır. Bu küçük çiftliğe de, gelişigüzel büyütülen çiftlik evine de, ta çocukluğumdan beri derin bir sevgi beslerdim. Dönüm dönüm toprakların krokilerini çıkarır, beslenecek hayvanları saptar, bir gün kendi elimle devşireceğim, patates, elma, yulaf gibi ürünlerin ne bollukta olacağını hesaplardım. Ne tür köpekler yetiştireceğim, en ince ayrıntılarına kadar kararlaştırılmıştı. Av tüfeğimi duvarın tam neresine asacağım bile belliydi. Eski çiftlik evinde kullanıldığını hiç görmediğim, beni büyüleyen bir geçmişin kokularını saklayan odalar vardı:Tanımadığım ataların, sonbahar akşamlarında önünde oturup, ekin diplerinde yiyecek aramak için alçalan yaban ördeklerini gözlediği küçük pencereler; deri kaplı kitap dolapları, raflarında elli yıldır kimsenin el sürmediği kitaplar; kıyıda bucakta demet demet mumlar, her yerde kimsenin temizlemeye zahmet etmediği karış karış toz; ötede beride kocaman lazımlıklar, çatlak leğenler ve alabildiğine boş alan. Koskoca banyonun bir köşesinde banyo teknesi ufacık bir yer kaplar, karşı köşede, bir kerevetin üstünde taht gibi bir tuvalet dururdu. Yılın yarısında soğuktan donmamak için sıkı sıkı ovalanarak yıkanırdık burada. Bir de dar, uzun kiler vardı. Her zaman boş duran rendeli tahtadan bir masayla som mermerden raflar başlıca eşyasıydı. Dışarıda hemen kimsenin ayak basmadığı geniş bir çimenlikle, hemen kimsenin göz atmadığı çiçek tarhları uzanırdı. Sebze bahçesi her zaman ürünle dolup taşar, heybetli at kestanesi bir çocuk ordusunun kestane tokuşturma oyunu oynayabileceği kadar bol meyve verirdi. İkinci çimenlikte in-cin top oynardı. Geçmiş zaman ürünlerinin ve hayvanlarının keskin kokuları sinmişti buralara. Bütün bunların ortasında amcamın sessiz, gösterişsiz bir yaşantısı vardı. Sanki çiftliğin sahibi değildi de, buralarda gönlünün çektiği kadar yaşamasına izin verilmişti. Şatafata kaçmadan, değişikliklere özenmeden, alıştığı eşya ile haşır neşir yaşayıp giderdi. Her sabah aynı kocaman fincanla çay içilecek, (otuz fincan raflarda boynu bükük beklerken) her zaman iki köpeği yanında olacaktı; Spot ile Nip adlarında iki Spanyel. Spot ölünce yerini başka bir Spot alır, Nip gider, yerine başka bir Nip gelirdi. Onunla yaşayan bir de evde kalmış yaşlı Bayan Em Sharp vardı. Buranın asıl bekçisi, baba tarafımdan aile anılarının koruyucusu oydu. Onun gözetiminde çiftlik evi ne pırıl pırıl temizlenir, ne de daha fazla kirlenirdi. Hiçbir şey değişmesin diye ayak direrdi. En ufak bir değişiklik olmazdı. Çok kararlı bir kadındı Em Sharp, keski gibi sert, hayal gücünden yoksun bir kadın. Ama oğlu Jack Amcamın üstüne titrer, atmaca gibi her adımını izler, her niyetini şıp diye anlardı. Sonunda Jack Amca, evde bazı değişiklikler yapmak isteyince artık ellisini aşmıştıdünya evine girebileceğini, çevresi hızla çağa ayak uydururken çini tabakların fazla toz bağladığını fark edince, yaşlı kadına yol göründü. Bayan Em Sharp, çiftlikte bir ömür boyu biriktirdiği eşyanın en değerlileri yanına verilerek yakındaki yaşlılar evine gönderildi. Kendisini böyle başından attığı için Jackı kolay kolay bağışlayamazdı. Ama amcam evlenir ya da yaşam biçiminde köklü bir değişiklik yaparsa, Turnworthteki sultasının sona ereceğini kalbinin ta derinliklerinde bilse gerekti. Belki de onu böyle titiz, böyle kılı kırk yaran bir kâhya kadın yapan bu korkusuydu. Jack Amca daha evlenip yeni evine taşınmadan, çay fincanından kömür kovasına kadar her şeyini değiştirmeden, Bayan Sharp ölüverdi. Amcamın yepyeni çevresine bu kadar çabuk, bu kadar rahatça uyum sağlaması, inanılır gibi değildi. Eski evin hava cereyanlarından, akan damından, köhneliğinden, hantallığından fütursuzca yakınıyordu. M5 otoyolu, arazisinin ortasından geçip parkın huzurunu sonsuza dek bozunca bile keyfi kaçmadı. Önceden uyarıldığını, zararlarının yeterince karşılandığını, trafiği tıkayan şişe ağzı gibi dar geçitlerin artık tarihe karıştığını söyleyip çıktı işin içinden. Amcamın evliliğinden çok, eski evin satılması ve otoyol yüzünden, Turnworth Parkının bana miras kalması ile ilgili hayallerim sona erdi. Çocukken babam beni Jacka götürürdü. Bazen ailece onu ziyarete giderdik. Ama daha çok babamla ben, tüfeklerimiz, çapraz fişeklerimiz, yedek çorap ve kazaklarımızla yola düşerdik. Bir matara konyak, babamdan esen dostça bir hava, aramızda bir kaynaşma... Sherhor
Edward Yeoman, amcasının çiftliğinde bir kütüphanenin arkasına saklanmış, toz ve örümcek ağlarıyla kaplı bir kutu bulur. Kutunun içinden eski bir oyun tahtası çıkar. Oyunun adı "Albion´un Rüyası"dır. Edward kısa sürede üzerinde tuhaf simgeler olan kırmızı zarı ve esrarengiz çağrışımlar yapan oyun kartlarını kullanarak oyunu nasıl oynayacağını keşfeder ve büyüsüne kapılır. Ama çok geçmeden "Albion´un Rüyası"nın basit bir şans oyunundan çok daha fazla bir şey olduğunu anlayacaktır... Roger Norman´ın ilk yapıtı olan "Albion´un Rüyası", bir sis perdesini aralayarak sizleri beklenmedik garip olaylar örgüsü içinde gerilim dolu bir yolculuğa çıkaracak. (Arka Kapak) Tadımlık Oyunun Adı Uzun, upuzun bir yolculuktan, iki bin mil aştıktan sonra, direk çukuru kazmasını, tarh açmasını, ağaç dikmesini, tavuk kesmesini, taş duvar örmesini öğrenmek varmış nasibimde; ama buranın toprağı Wessex topraklarına benzemez. Ağaçları bodurdur, ırmakları kurumaya yüz tutar, tepeleri tüm engelleri kaplayan tıkız fundalıklarla örtülüdür. Ailem burada, evim barkım burada, gelgelelim Wessexten çok uzaklarda. Tepe dedin mi Hambledonın otluk yamaçlarını düşünürüm; ağaç dedin mi Dorsette göklere yükselen dizi dizi akgürgenlerle kara yazgılı karaağaçlar belirir gözümün önünde; ırmak dedin mi Dorset Irmağını görür gibi olurum:Kâh alçaktan dupduru akan, kıyıları buz tutmuş, kâh boz bulanık sellerle yükselen ya da yeşil sazlar, yusufçuklarla yaz şenliğine dönen ırmağı. Yuva dedin mi, o ırmağın bir dönemeci gönlüme düşer. Orada annem beni yakalayıp kulağıma bir aşk efsunu üflemiş olmalı. Belki de ilk turnabalığımı tuttuğum yerdir orası. Blackmoor Vadisi yurdumuzdur ama kuzey bayırlarını aşınca, geniş sulak düzlüklerinin ötesinde, Quantockların eteğinde küçük Turnworth Köyü vardır. Babamın soyu sopu oradan gelmiş. Amcamın çiftliği de oradadır. Bu küçük çiftliğe de, gelişigüzel büyütülen çiftlik evine de, ta çocukluğumdan beri derin bir sevgi beslerdim. Dönüm dönüm toprakların krokilerini çıkarır, beslenecek hayvanları saptar, bir gün kendi elimle devşireceğim, patates, elma, yulaf gibi ürünlerin ne bollukta olacağını hesaplardım. Ne tür köpekler yetiştireceğim, en ince ayrıntılarına kadar kararlaştırılmıştı. Av tüfeğimi duvarın tam neresine asacağım bile belliydi. Eski çiftlik evinde kullanıldığını hiç görmediğim, beni büyüleyen bir geçmişin kokularını saklayan odalar vardı:Tanımadığım ataların, sonbahar akşamlarında önünde oturup, ekin diplerinde yiyecek aramak için alçalan yaban ördeklerini gözlediği küçük pencereler; deri kaplı kitap dolapları, raflarında elli yıldır kimsenin el sürmediği kitaplar; kıyıda bucakta demet demet mumlar, her yerde kimsenin temizlemeye zahmet etmediği karış karış toz; ötede beride kocaman lazımlıklar, çatlak leğenler ve alabildiğine boş alan. Koskoca banyonun bir köşesinde banyo teknesi ufacık bir yer kaplar, karşı köşede, bir kerevetin üstünde taht gibi bir tuvalet dururdu. Yılın yarısında soğuktan donmamak için sıkı sıkı ovalanarak yıkanırdık burada. Bir de dar, uzun kiler vardı. Her zaman boş duran rendeli tahtadan bir masayla som mermerden raflar başlıca eşyasıydı. Dışarıda hemen kimsenin ayak basmadığı geniş bir çimenlikle, hemen kimsenin göz atmadığı çiçek tarhları uzanırdı. Sebze bahçesi her zaman ürünle dolup taşar, heybetli at kestanesi bir çocuk ordusunun kestane tokuşturma oyunu oynayabileceği kadar bol meyve verirdi. İkinci çimenlikte in-cin top oynardı. Geçmiş zaman ürünlerinin ve hayvanlarının keskin kokuları sinmişti buralara. Bütün bunların ortasında amcamın sessiz, gösterişsiz bir yaşantısı vardı. Sanki çiftliğin sahibi değildi de, buralarda gönlünün çektiği kadar yaşamasına izin verilmişti. Şatafata kaçmadan, değişikliklere özenmeden, alıştığı eşya ile haşır neşir yaşayıp giderdi. Her sabah aynı kocaman fincanla çay içilecek, (otuz fincan raflarda boynu bükük beklerken) her zaman iki köpeği yanında olacaktı; Spot ile Nip adlarında iki Spanyel. Spot ölünce yerini başka bir Spot alır, Nip gider, yerine başka bir Nip gelirdi. Onunla yaşayan bir de evde kalmış yaşlı Bayan Em Sharp vardı. Buranın asıl bekçisi, baba tarafımdan aile anılarının koruyucusu oydu. Onun gözetiminde çiftlik evi ne pırıl pırıl temizlenir, ne de daha fazla kirlenirdi. Hiçbir şey değişmesin diye ayak direrdi. En ufak bir değişiklik olmazdı. Çok kararlı bir kadındı Em Sharp, keski gibi sert, hayal gücünden yoksun bir kadın. Ama oğlu Jack Amcamın üstüne titrer, atmaca gibi her adımını izler, her niyetini şıp diye anlardı. Sonunda Jack Amca, evde bazı değişiklikler yapmak isteyince artık ellisini aşmıştıdünya evine girebileceğini, çevresi hızla çağa ayak uydururken çini tabakların fazla toz bağladığını fark edince, yaşlı kadına yol göründü. Bayan Em Sharp, çiftlikte bir ömür boyu biriktirdiği eşyanın en değerlileri yanına verilerek yakındaki yaşlılar evine gönderildi. Kendisini böyle başından attığı için Jackı kolay kolay bağışlayamazdı. Ama amcam evlenir ya da yaşam biçiminde köklü bir değişiklik yaparsa, Turnworthteki sultasının sona ereceğini kalbinin ta derinliklerinde bilse gerekti. Belki de onu böyle titiz, böyle kılı kırk yaran bir kâhya kadın yapan bu korkusuydu. Jack Amca daha evlenip yeni evine taşınmadan, çay fincanından kömür kovasına kadar her şeyini değiştirmeden, Bayan Sharp ölüverdi. Amcamın yepyeni çevresine bu kadar çabuk, bu kadar rahatça uyum sağlaması, inanılır gibi değildi. Eski evin hava cereyanlarından, akan damından, köhneliğinden, hantallığından fütursuzca yakınıyordu. M5 otoyolu, arazisinin ortasından geçip parkın huzurunu sonsuza dek bozunca bile keyfi kaçmadı. Önceden uyarıldığını, zararlarının yeterince karşılandığını, trafiği tıkayan şişe ağzı gibi dar geçitlerin artık tarihe karıştığını söyleyip çıktı işin içinden. Amcamın evliliğinden çok, eski evin satılması ve otoyol yüzünden, Turnworth Parkının bana miras kalması ile ilgili hayallerim sona erdi. Çocukken babam beni Jacka götürürdü. Bazen ailece onu ziyarete giderdik. Ama daha çok babamla ben, tüfeklerimiz, çapraz fişeklerimiz, yedek çorap ve kazaklarımızla yola düşerdik. Bir matara konyak, babamdan esen dostça bir hava, aramızda bir kaynaşma... Sherhor
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat