9789753637541
16714
https://www.turkishbooks.com/books/agatah-ile-istanbulda-p16714.html
Agatah İle İstanbul'da
1.998
Bir hayatın bütün sırrı bir manastıra nasıl sığar' Yeşilli Kadın kentin nerelerinde dolaşır, ne arar' En ümitsiz kadın bir aşkın mı yoksa bir ölümün mü izlerini sürendir' Ya en acılı kadın, kendini bulmaya çalışan mıdır' Agatha Christie´nin puslu İstanbul´daki macerası yıllar sonra başka bir kadının arayışının mecrası olabilir mi'
Kadınlar, erkekler ve coğaltılmaya uğraşılan hayatlar. Farklı bir yazardan aşk ve ecel kıvamında, sakin hikayeler.
Kadınlar, erkekler ve çoğaltılmaya uğraşılan hayatlar. Farklı bir yazardan aşk ve ecel kıvamında, sakin hikâyeler.
Agatha ile İstanbulda
Bir hayatın bütün sırrı bir manastıra nasıl sığar'
Yeşilli Kadın kentin nerelerinde dolaşır, ne arar' En ümitsiz kadın bir aşkın mı yoksa bir ölümün mü izlerini sürendir' Ya en acılı kadın, kendini bulmaya çalışan mıdır' Agatha Christienin puslu İstanbuldaki macerası yıllar sonra başka bir kadının arayışının mecrası olabilir mi'
Tadımlık
Dünya
Şeytana, naylon denildiğinin ayrımına vardığımda on beş yaşımdaydım ve yaklaşan kötü zamanları ona, yalnızca ona yüklememiz gerekiyordu. Dünyanın acımasız ve tehlikeli olduğunu söylemişlerdi bana. Ama ben bunu daha önceden biliyordum, bahçenin paslı parmaklıklarını geçmeden, paslanmış kapı zıvanalarının gıcırtısını şaşkın şaşkın dinlemeden ve cehennem gibi güneşin altında yaptığım yolculuk bedenimi bitkin düşürmeden ve kimbilir benim yaşımda kaç genç kızın, aynı parmaklıkları geçtiğini ve hiç değişmeyen gıjjj sesini......., bir parça öğüt, ya da bir parça uyarı içeren bu selamı işitmiş olabileceğini kendi kendime sormadan önce de biliyordum bunu.
Taksi sürücüsü kareli bir mendille alnının terini silmişti, ve sanki işinin en sıkıcı kısmına başlayabilmek için soluklanıyormuş gibi Fordun geniş tavanına bakıyordu. Babam en ince ayrıntısına dek açıklamada bulunmuştu. Gideceğim yere beni götürecek, bahçeden geçip bagajımı ahşap kapıya dek taşıyacak ve ancak bundan sonra arabasına gelip köye dönecekti. Sürücü başlangıçta itiraz ettiyse de ağır yükü yerinden kımıldatabilmek için en az iki insan gerekirdi önce madeni para sesi ve sonra beklenen sessizlik, sonunda öyle sanıyorum ki babamın ceplerini karıştırdıktan sonra geceleri saymaktan, katlamaktan ya da ışığa tutup bakmaktan hoşlandığı kâğıt paralardan birisini çıkarıp verdiği anda sürücünün kararsızlığına son vermişti. Anlaşırlarken yanlarında değildim. Bitişik odada, yatak odasında, karyolanın üzerine oturmuş, somut olarak hiçbir şey düşünmeden annemin nişan giysisini belki de ayrımında bile olmadan okşuyordum ve düğün resimlerinin, birkaç gravürün ve bir aynanın asılı olduğu duvara bakmaktan kaçınıyordum. Ama yine de onları duyabiliyordum. En sonunda arabanın sahibi: Pekâlâ, dedi, sizin hatırınız için olsun. Ve sonra da: Erken çıkarız, diye ekledi, saat yedide. Bu cehennem gibi güneşin altında, yolda başıma bir kaza gelsin istemem.
Başımıza bir kaza gelmedi ama dört saatlik yol boyunca arabaya vuran cehennem gibi güneşten de hiç kurtulamadık. Babamın söylediği gibi ben arabanın arkasına oturmuştum, arada bir açık pencereden dışarıyı seyrediyordum, ama daha çok, dikiz aynasında, rüzgârın dağıttığı saçlarıma, ter içinde kalmış suratıma, ve karayoluna dek sürecek olan dar yolun tozu dumanı yüzünden kıstığım donuk gözlerime bakıyordum; ve sürücü de, karayoluna girince hiçbir sorunumuzun kalmayacağını ve çok yakında kente gireceğimizi söyledikten sonra bir sigara yaktı ve dalgın dalgın bir şarkı mırıldanmaya başladı: Evlenmek istiyordum... Fakat birdenbire durdu ve yeniden sessizliğine gömüldü. Aynadan onun utandığını, özür dileyip dilememek konusunda ikilem içinde olduğunu gördüm, öksürük krizine tutulmuş gibi yapması her ikimizi de herhangi bir yorumda bulunmaktan kurtardı. Saatler sonra, eşyalarımı ahşap kapıya dek taşırken olduğu gibi tere batmıştı, ben zili çalarken, o, orada fazladan bir dakika bile kalmasının gereksizliğini anlayarak, ancak duruma uygun bir tümce aramaya yetecek kadar kısa bir süre duraladı: Pekâlâ, dedi, her şey gönlünüzce olsun. Ve yeniden utanmış, aşırı beceriksizliğinin verdiği rahatsızlıkla veda anlamında başını salladı, bahçenin yolunu tuttu ve benden epeyce uzaklaşınca demir kapıyı tekmeyle kapadı. Her şeyi çok net duymuştum. Tekmelerini, adımlarını, özellikle de paslanmış zıvanaların gıcırtısını. Şimdi sözcüklere dönüşen bir gıcırtı. Çünkü bir süre önce bana bir selam, bir öğüt, bir uyarı gibi gelen o gıjjj, hoşçakala dönüşmüştü. Hep aynı, geri getirilemez ve yaralayıcı bir hoşçakala.
Bir hayatın bütün sırrı bir manastıra nasıl sığar' Yeşilli Kadın kentin nerelerinde dolaşır, ne arar' En ümitsiz kadın bir aşkın mı yoksa bir ölümün mü izlerini sürendir' Ya en acılı kadın, kendini bulmaya çalışan mıdır' Agatha Christie´nin puslu İstanbul´daki macerası yıllar sonra başka bir kadının arayışının mecrası olabilir mi'
Kadınlar, erkekler ve coğaltılmaya uğraşılan hayatlar. Farklı bir yazardan aşk ve ecel kıvamında, sakin hikayeler.
Kadınlar, erkekler ve çoğaltılmaya uğraşılan hayatlar. Farklı bir yazardan aşk ve ecel kıvamında, sakin hikâyeler.
Agatha ile İstanbulda
Bir hayatın bütün sırrı bir manastıra nasıl sığar'
Yeşilli Kadın kentin nerelerinde dolaşır, ne arar' En ümitsiz kadın bir aşkın mı yoksa bir ölümün mü izlerini sürendir' Ya en acılı kadın, kendini bulmaya çalışan mıdır' Agatha Christienin puslu İstanbuldaki macerası yıllar sonra başka bir kadının arayışının mecrası olabilir mi'
Tadımlık
Dünya
Şeytana, naylon denildiğinin ayrımına vardığımda on beş yaşımdaydım ve yaklaşan kötü zamanları ona, yalnızca ona yüklememiz gerekiyordu. Dünyanın acımasız ve tehlikeli olduğunu söylemişlerdi bana. Ama ben bunu daha önceden biliyordum, bahçenin paslı parmaklıklarını geçmeden, paslanmış kapı zıvanalarının gıcırtısını şaşkın şaşkın dinlemeden ve cehennem gibi güneşin altında yaptığım yolculuk bedenimi bitkin düşürmeden ve kimbilir benim yaşımda kaç genç kızın, aynı parmaklıkları geçtiğini ve hiç değişmeyen gıjjj sesini......., bir parça öğüt, ya da bir parça uyarı içeren bu selamı işitmiş olabileceğini kendi kendime sormadan önce de biliyordum bunu.
Taksi sürücüsü kareli bir mendille alnının terini silmişti, ve sanki işinin en sıkıcı kısmına başlayabilmek için soluklanıyormuş gibi Fordun geniş tavanına bakıyordu. Babam en ince ayrıntısına dek açıklamada bulunmuştu. Gideceğim yere beni götürecek, bahçeden geçip bagajımı ahşap kapıya dek taşıyacak ve ancak bundan sonra arabasına gelip köye dönecekti. Sürücü başlangıçta itiraz ettiyse de ağır yükü yerinden kımıldatabilmek için en az iki insan gerekirdi önce madeni para sesi ve sonra beklenen sessizlik, sonunda öyle sanıyorum ki babamın ceplerini karıştırdıktan sonra geceleri saymaktan, katlamaktan ya da ışığa tutup bakmaktan hoşlandığı kâğıt paralardan birisini çıkarıp verdiği anda sürücünün kararsızlığına son vermişti. Anlaşırlarken yanlarında değildim. Bitişik odada, yatak odasında, karyolanın üzerine oturmuş, somut olarak hiçbir şey düşünmeden annemin nişan giysisini belki de ayrımında bile olmadan okşuyordum ve düğün resimlerinin, birkaç gravürün ve bir aynanın asılı olduğu duvara bakmaktan kaçınıyordum. Ama yine de onları duyabiliyordum. En sonunda arabanın sahibi: Pekâlâ, dedi, sizin hatırınız için olsun. Ve sonra da: Erken çıkarız, diye ekledi, saat yedide. Bu cehennem gibi güneşin altında, yolda başıma bir kaza gelsin istemem.
Başımıza bir kaza gelmedi ama dört saatlik yol boyunca arabaya vuran cehennem gibi güneşten de hiç kurtulamadık. Babamın söylediği gibi ben arabanın arkasına oturmuştum, arada bir açık pencereden dışarıyı seyrediyordum, ama daha çok, dikiz aynasında, rüzgârın dağıttığı saçlarıma, ter içinde kalmış suratıma, ve karayoluna dek sürecek olan dar yolun tozu dumanı yüzünden kıstığım donuk gözlerime bakıyordum; ve sürücü de, karayoluna girince hiçbir sorunumuzun kalmayacağını ve çok yakında kente gireceğimizi söyledikten sonra bir sigara yaktı ve dalgın dalgın bir şarkı mırıldanmaya başladı: Evlenmek istiyordum... Fakat birdenbire durdu ve yeniden sessizliğine gömüldü. Aynadan onun utandığını, özür dileyip dilememek konusunda ikilem içinde olduğunu gördüm, öksürük krizine tutulmuş gibi yapması her ikimizi de herhangi bir yorumda bulunmaktan kurtardı. Saatler sonra, eşyalarımı ahşap kapıya dek taşırken olduğu gibi tere batmıştı, ben zili çalarken, o, orada fazladan bir dakika bile kalmasının gereksizliğini anlayarak, ancak duruma uygun bir tümce aramaya yetecek kadar kısa bir süre duraladı: Pekâlâ, dedi, her şey gönlünüzce olsun. Ve yeniden utanmış, aşırı beceriksizliğinin verdiği rahatsızlıkla veda anlamında başını salladı, bahçenin yolunu tuttu ve benden epeyce uzaklaşınca demir kapıyı tekmeyle kapadı. Her şeyi çok net duymuştum. Tekmelerini, adımlarını, özellikle de paslanmış zıvanaların gıcırtısını. Şimdi sözcüklere dönüşen bir gıcırtı. Çünkü bir süre önce bana bir selam, bir öğüt, bir uyarı gibi gelen o gıjjj, hoşçakala dönüşmüştü. Hep aynı, geri getirilemez ve yaralayıcı bir hoşçakala.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.