9786056548031
396156
https://www.turkishbooks.com/books/masal-p396156.html
Masal Onlar Anlattı Biz İnandık
8.4
Cumhuriyet değerlerine karşı olan insanlarda bu kadar nefret nasıl birikti? Ve ikinci soru. Dünyaya yön veren küresel güç, nasıl oldu da ülkemiz yönetimine bu kadar hâkim oldu? Üstelik İslamcı, Kemalist, sağcı, solcu ayırt etmeksizin...
Hep onun dediği oldu...
Ben Amerika'ya pek bakmam... Aslolan İngiltere'dir, Londra'dır. Londra'nın gücüyle birleşmiş Yahudi lobisidir.
Tüm kitap boyunca anlatmaya çalıştığım dünyayı yöneten gücün Yahudi-İngiliz işbirliği olduğudur. Finanskapitali, medyayı, dış politikayı, kültür sanatı, sinemayı onlar şekillendirir. Ve elbette haritayı da onlar çizer... Bu dün de böyleydi bugünde böyle...
Peki yakıcı soruyu soralım...
İngiliz-Yahudi işbirliği Türkiye Cumhuriyeti'nde nasıl hep son sözü söyledi? Nasıl oldu da koca ülke onların
çıkarlarına ters gelebilecek tek adım atamadı. İktidara hangi parti gelirse gelsin başbakan kim olursa olsun onların nihai sözüne uymak zorunda kaldı? Aslında gerçekten güçlü bir başbakan veya bir siyaset adamı çıkıp pekâla bunu bozabilirdi. Çıkıp diyebilirdi ki ?bu antlaşmayı tanımıyorum, ülkemin tam bağımsızlığını
savunuyor ve istiyorum." İşte bu pek mümkün değil.
Çünkü İngiliz-Yahudi kolektifi biz ve bizim gibi ülkeleri basit gibi gözüken iki araçla yönetirler.
1- Yoğun istihbarat ağı
2- Yüksek dış borç
Bu iki araç basit gibi gözükse de bir ülkeyi istediğiniz gibi yönetmeniz için yeter de artar bile.
Biz cumhuriyeti demir ağlarla ördüğümüzü sanıyorduk, oysa emperyalizm ülkemizi istihbarat ağlarıyla örmüştü. İstedikçe verdik, istedikçe getirdik. Üretime değil tüketime endeksli bir halk yarattık. Bu noktada sığınacağımız tek kale vardı. Hukuk!
Ama onu da uluslararası normlara hiç getiremedik. Hep olağanüstü dönemler hep olağan üstü mahkemeler
oldu. Kime göre neye göre hukuk hiçbir zaman netleştiremedik. Küresel güç neyi istedi veya kimi desteklediyse onun hukuku galip geldi.
Bize de anlatılan masalı dinlemek kaldı.
Hep onun dediği oldu...
Ben Amerika'ya pek bakmam... Aslolan İngiltere'dir, Londra'dır. Londra'nın gücüyle birleşmiş Yahudi lobisidir.
Tüm kitap boyunca anlatmaya çalıştığım dünyayı yöneten gücün Yahudi-İngiliz işbirliği olduğudur. Finanskapitali, medyayı, dış politikayı, kültür sanatı, sinemayı onlar şekillendirir. Ve elbette haritayı da onlar çizer... Bu dün de böyleydi bugünde böyle...
Peki yakıcı soruyu soralım...
İngiliz-Yahudi işbirliği Türkiye Cumhuriyeti'nde nasıl hep son sözü söyledi? Nasıl oldu da koca ülke onların
çıkarlarına ters gelebilecek tek adım atamadı. İktidara hangi parti gelirse gelsin başbakan kim olursa olsun onların nihai sözüne uymak zorunda kaldı? Aslında gerçekten güçlü bir başbakan veya bir siyaset adamı çıkıp pekâla bunu bozabilirdi. Çıkıp diyebilirdi ki ?bu antlaşmayı tanımıyorum, ülkemin tam bağımsızlığını
savunuyor ve istiyorum." İşte bu pek mümkün değil.
Çünkü İngiliz-Yahudi kolektifi biz ve bizim gibi ülkeleri basit gibi gözüken iki araçla yönetirler.
1- Yoğun istihbarat ağı
2- Yüksek dış borç
Bu iki araç basit gibi gözükse de bir ülkeyi istediğiniz gibi yönetmeniz için yeter de artar bile.
Biz cumhuriyeti demir ağlarla ördüğümüzü sanıyorduk, oysa emperyalizm ülkemizi istihbarat ağlarıyla örmüştü. İstedikçe verdik, istedikçe getirdik. Üretime değil tüketime endeksli bir halk yarattık. Bu noktada sığınacağımız tek kale vardı. Hukuk!
Ama onu da uluslararası normlara hiç getiremedik. Hep olağanüstü dönemler hep olağan üstü mahkemeler
oldu. Kime göre neye göre hukuk hiçbir zaman netleştiremedik. Küresel güç neyi istedi veya kimi desteklediyse onun hukuku galip geldi.
Bize de anlatılan masalı dinlemek kaldı.
Cumhuriyet değerlerine karşı olan insanlarda bu kadar nefret nasıl birikti? Ve ikinci soru. Dünyaya yön veren küresel güç, nasıl oldu da ülkemiz yönetimine bu kadar hâkim oldu? Üstelik İslamcı, Kemalist, sağcı, solcu ayırt etmeksizin...
Hep onun dediği oldu...
Ben Amerika'ya pek bakmam... Aslolan İngiltere'dir, Londra'dır. Londra'nın gücüyle birleşmiş Yahudi lobisidir.
Tüm kitap boyunca anlatmaya çalıştığım dünyayı yöneten gücün Yahudi-İngiliz işbirliği olduğudur. Finanskapitali, medyayı, dış politikayı, kültür sanatı, sinemayı onlar şekillendirir. Ve elbette haritayı da onlar çizer... Bu dün de böyleydi bugünde böyle...
Peki yakıcı soruyu soralım...
İngiliz-Yahudi işbirliği Türkiye Cumhuriyeti'nde nasıl hep son sözü söyledi? Nasıl oldu da koca ülke onların
çıkarlarına ters gelebilecek tek adım atamadı. İktidara hangi parti gelirse gelsin başbakan kim olursa olsun onların nihai sözüne uymak zorunda kaldı? Aslında gerçekten güçlü bir başbakan veya bir siyaset adamı çıkıp pekâla bunu bozabilirdi. Çıkıp diyebilirdi ki ?bu antlaşmayı tanımıyorum, ülkemin tam bağımsızlığını
savunuyor ve istiyorum." İşte bu pek mümkün değil.
Çünkü İngiliz-Yahudi kolektifi biz ve bizim gibi ülkeleri basit gibi gözüken iki araçla yönetirler.
1- Yoğun istihbarat ağı
2- Yüksek dış borç
Bu iki araç basit gibi gözükse de bir ülkeyi istediğiniz gibi yönetmeniz için yeter de artar bile.
Biz cumhuriyeti demir ağlarla ördüğümüzü sanıyorduk, oysa emperyalizm ülkemizi istihbarat ağlarıyla örmüştü. İstedikçe verdik, istedikçe getirdik. Üretime değil tüketime endeksli bir halk yarattık. Bu noktada sığınacağımız tek kale vardı. Hukuk!
Ama onu da uluslararası normlara hiç getiremedik. Hep olağanüstü dönemler hep olağan üstü mahkemeler
oldu. Kime göre neye göre hukuk hiçbir zaman netleştiremedik. Küresel güç neyi istedi veya kimi desteklediyse onun hukuku galip geldi.
Bize de anlatılan masalı dinlemek kaldı.
Hep onun dediği oldu...
Ben Amerika'ya pek bakmam... Aslolan İngiltere'dir, Londra'dır. Londra'nın gücüyle birleşmiş Yahudi lobisidir.
Tüm kitap boyunca anlatmaya çalıştığım dünyayı yöneten gücün Yahudi-İngiliz işbirliği olduğudur. Finanskapitali, medyayı, dış politikayı, kültür sanatı, sinemayı onlar şekillendirir. Ve elbette haritayı da onlar çizer... Bu dün de böyleydi bugünde böyle...
Peki yakıcı soruyu soralım...
İngiliz-Yahudi işbirliği Türkiye Cumhuriyeti'nde nasıl hep son sözü söyledi? Nasıl oldu da koca ülke onların
çıkarlarına ters gelebilecek tek adım atamadı. İktidara hangi parti gelirse gelsin başbakan kim olursa olsun onların nihai sözüne uymak zorunda kaldı? Aslında gerçekten güçlü bir başbakan veya bir siyaset adamı çıkıp pekâla bunu bozabilirdi. Çıkıp diyebilirdi ki ?bu antlaşmayı tanımıyorum, ülkemin tam bağımsızlığını
savunuyor ve istiyorum." İşte bu pek mümkün değil.
Çünkü İngiliz-Yahudi kolektifi biz ve bizim gibi ülkeleri basit gibi gözüken iki araçla yönetirler.
1- Yoğun istihbarat ağı
2- Yüksek dış borç
Bu iki araç basit gibi gözükse de bir ülkeyi istediğiniz gibi yönetmeniz için yeter de artar bile.
Biz cumhuriyeti demir ağlarla ördüğümüzü sanıyorduk, oysa emperyalizm ülkemizi istihbarat ağlarıyla örmüştü. İstedikçe verdik, istedikçe getirdik. Üretime değil tüketime endeksli bir halk yarattık. Bu noktada sığınacağımız tek kale vardı. Hukuk!
Ama onu da uluslararası normlara hiç getiremedik. Hep olağanüstü dönemler hep olağan üstü mahkemeler
oldu. Kime göre neye göre hukuk hiçbir zaman netleştiremedik. Küresel güç neyi istedi veya kimi desteklediyse onun hukuku galip geldi.
Bize de anlatılan masalı dinlemek kaldı.
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.