9786055793937
530685
https://www.turkishbooks.com/books/kitabevi-p530685.html
Kitabevi
5.76
"Neden hep uzaklara gidilir? Hicret, fetih, hacc Hep bir uzaklaşma edimidir. Mesafenin açılması başlı başına bir eylem midir? Yoksa bu yeni bir eylemi başlatmak için bir kopma, sıçrama ya da gönderi noktası ihdası mıdır? Ya uzaktan dönmek, nasıl bir şeydir? Kendine mi dönmektir? Kendin, beklemekte midir orada, o yerde? Peki, o yer, hâlâ o yer midir? Gitme
kararımızın ucu açıktı gerçi. Ama bir dönüş olacak mıydı? Dönersek şayet neye veya nereye dönecektik? Peki ya gittiğimiz yerdeki amacımız tam olarak neydi? Devrim mi, tebliğ mi,
irşad mı, cihad mı? Savaşımız kiminleydi? Halkla mı, devletle mi, emperyalizmle mi, dahası kendimizle mi? Cevapsızdı bu sorular şimdilik. Üzerinde düşünmekten çok, süreç içerisinde
cevaplarının ortaya çıkması beklenecek sorulardı. Ama şimdilik bizim heyecanlarımız ve tutkularımız, tüm gerçekliği olduğu gibi, bu cevapsız soruları da bastırıyor ve erteliyordu. Şimdi, hep daha önemli şeyler vardı yapacak. Dolayısıyla önümüze bakmalı ve o an ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıydı. Yola düşülmeli ve aşkla yürünmeli ve yolda düşünülmeliydi. Yolumuz bizi nereye çıkarır; Mekkeye mi, Medineye mi, yoksa başka bir yere mi, onu işte ancak bu yolculuk süresince öğrenebilecektik. Kısacası yolumuzun ve yolculuğumuzun serencamı, bir anlamda, bizzat bizim kendi edimlerimizle belirlenecekti. Her nereyi hak ediyorsak, oraya varabilecektik çünkü; ancak oraya: kalbimizdeki arzı mevûda
Türkiye İslamcılığı, oldukça önemli tarihsel süreçlerden geçtiği halde, kendi geçmişini pek anlatmadı. Kimi düşünsel soruşturmalar ve hesaplaşmalar dile getirildiyse de, bu öyküler edebiyata çok da yansıtılmadı. Türkiyenin olduğu kadar İslamcılığın yakın siyasi tarihine dair bir okuma anlamına da gelen Kitabevi, bu dönemi, düşünsel tartışmaları ve örgütsel mücadeleleri hikâye ederken, okuyucuyu da o serüvenin içine sokmakta. Bu romanla bir yandan yakın tarihimizde bir seyahate çıkarken, diğer yandan İslami grup ve cemaatlerin iç dünyasına da girmiş oluyorsunuz; bir kitabevine girer gibi
kararımızın ucu açıktı gerçi. Ama bir dönüş olacak mıydı? Dönersek şayet neye veya nereye dönecektik? Peki ya gittiğimiz yerdeki amacımız tam olarak neydi? Devrim mi, tebliğ mi,
irşad mı, cihad mı? Savaşımız kiminleydi? Halkla mı, devletle mi, emperyalizmle mi, dahası kendimizle mi? Cevapsızdı bu sorular şimdilik. Üzerinde düşünmekten çok, süreç içerisinde
cevaplarının ortaya çıkması beklenecek sorulardı. Ama şimdilik bizim heyecanlarımız ve tutkularımız, tüm gerçekliği olduğu gibi, bu cevapsız soruları da bastırıyor ve erteliyordu. Şimdi, hep daha önemli şeyler vardı yapacak. Dolayısıyla önümüze bakmalı ve o an ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıydı. Yola düşülmeli ve aşkla yürünmeli ve yolda düşünülmeliydi. Yolumuz bizi nereye çıkarır; Mekkeye mi, Medineye mi, yoksa başka bir yere mi, onu işte ancak bu yolculuk süresince öğrenebilecektik. Kısacası yolumuzun ve yolculuğumuzun serencamı, bir anlamda, bizzat bizim kendi edimlerimizle belirlenecekti. Her nereyi hak ediyorsak, oraya varabilecektik çünkü; ancak oraya: kalbimizdeki arzı mevûda
Türkiye İslamcılığı, oldukça önemli tarihsel süreçlerden geçtiği halde, kendi geçmişini pek anlatmadı. Kimi düşünsel soruşturmalar ve hesaplaşmalar dile getirildiyse de, bu öyküler edebiyata çok da yansıtılmadı. Türkiyenin olduğu kadar İslamcılığın yakın siyasi tarihine dair bir okuma anlamına da gelen Kitabevi, bu dönemi, düşünsel tartışmaları ve örgütsel mücadeleleri hikâye ederken, okuyucuyu da o serüvenin içine sokmakta. Bu romanla bir yandan yakın tarihimizde bir seyahate çıkarken, diğer yandan İslami grup ve cemaatlerin iç dünyasına da girmiş oluyorsunuz; bir kitabevine girer gibi
"Neden hep uzaklara gidilir? Hicret, fetih, hacc Hep bir uzaklaşma edimidir. Mesafenin açılması başlı başına bir eylem midir? Yoksa bu yeni bir eylemi başlatmak için bir kopma, sıçrama ya da gönderi noktası ihdası mıdır? Ya uzaktan dönmek, nasıl bir şeydir? Kendine mi dönmektir? Kendin, beklemekte midir orada, o yerde? Peki, o yer, hâlâ o yer midir? Gitme
kararımızın ucu açıktı gerçi. Ama bir dönüş olacak mıydı? Dönersek şayet neye veya nereye dönecektik? Peki ya gittiğimiz yerdeki amacımız tam olarak neydi? Devrim mi, tebliğ mi,
irşad mı, cihad mı? Savaşımız kiminleydi? Halkla mı, devletle mi, emperyalizmle mi, dahası kendimizle mi? Cevapsızdı bu sorular şimdilik. Üzerinde düşünmekten çok, süreç içerisinde
cevaplarının ortaya çıkması beklenecek sorulardı. Ama şimdilik bizim heyecanlarımız ve tutkularımız, tüm gerçekliği olduğu gibi, bu cevapsız soruları da bastırıyor ve erteliyordu. Şimdi, hep daha önemli şeyler vardı yapacak. Dolayısıyla önümüze bakmalı ve o an ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıydı. Yola düşülmeli ve aşkla yürünmeli ve yolda düşünülmeliydi. Yolumuz bizi nereye çıkarır; Mekkeye mi, Medineye mi, yoksa başka bir yere mi, onu işte ancak bu yolculuk süresince öğrenebilecektik. Kısacası yolumuzun ve yolculuğumuzun serencamı, bir anlamda, bizzat bizim kendi edimlerimizle belirlenecekti. Her nereyi hak ediyorsak, oraya varabilecektik çünkü; ancak oraya: kalbimizdeki arzı mevûda
Türkiye İslamcılığı, oldukça önemli tarihsel süreçlerden geçtiği halde, kendi geçmişini pek anlatmadı. Kimi düşünsel soruşturmalar ve hesaplaşmalar dile getirildiyse de, bu öyküler edebiyata çok da yansıtılmadı. Türkiyenin olduğu kadar İslamcılığın yakın siyasi tarihine dair bir okuma anlamına da gelen Kitabevi, bu dönemi, düşünsel tartışmaları ve örgütsel mücadeleleri hikâye ederken, okuyucuyu da o serüvenin içine sokmakta. Bu romanla bir yandan yakın tarihimizde bir seyahate çıkarken, diğer yandan İslami grup ve cemaatlerin iç dünyasına da girmiş oluyorsunuz; bir kitabevine girer gibi
kararımızın ucu açıktı gerçi. Ama bir dönüş olacak mıydı? Dönersek şayet neye veya nereye dönecektik? Peki ya gittiğimiz yerdeki amacımız tam olarak neydi? Devrim mi, tebliğ mi,
irşad mı, cihad mı? Savaşımız kiminleydi? Halkla mı, devletle mi, emperyalizmle mi, dahası kendimizle mi? Cevapsızdı bu sorular şimdilik. Üzerinde düşünmekten çok, süreç içerisinde
cevaplarının ortaya çıkması beklenecek sorulardı. Ama şimdilik bizim heyecanlarımız ve tutkularımız, tüm gerçekliği olduğu gibi, bu cevapsız soruları da bastırıyor ve erteliyordu. Şimdi, hep daha önemli şeyler vardı yapacak. Dolayısıyla önümüze bakmalı ve o an ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıydı. Yola düşülmeli ve aşkla yürünmeli ve yolda düşünülmeliydi. Yolumuz bizi nereye çıkarır; Mekkeye mi, Medineye mi, yoksa başka bir yere mi, onu işte ancak bu yolculuk süresince öğrenebilecektik. Kısacası yolumuzun ve yolculuğumuzun serencamı, bir anlamda, bizzat bizim kendi edimlerimizle belirlenecekti. Her nereyi hak ediyorsak, oraya varabilecektik çünkü; ancak oraya: kalbimizdeki arzı mevûda
Türkiye İslamcılığı, oldukça önemli tarihsel süreçlerden geçtiği halde, kendi geçmişini pek anlatmadı. Kimi düşünsel soruşturmalar ve hesaplaşmalar dile getirildiyse de, bu öyküler edebiyata çok da yansıtılmadı. Türkiyenin olduğu kadar İslamcılığın yakın siyasi tarihine dair bir okuma anlamına da gelen Kitabevi, bu dönemi, düşünsel tartışmaları ve örgütsel mücadeleleri hikâye ederken, okuyucuyu da o serüvenin içine sokmakta. Bu romanla bir yandan yakın tarihimizde bir seyahate çıkarken, diğer yandan İslami grup ve cemaatlerin iç dünyasına da girmiş oluyorsunuz; bir kitabevine girer gibi
Yorumlar (0)
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.